“…Türkiye'deki en ağırlıklı yabancılaştırma süreçlerinin, Osmanlı döneminde başlayan, ancak Cumhuriyet'in ilanı ile birlikte kökten bir devrim kimliğine bürünen modernleşme ya da çağdaşlaşma projeleriyle yaşama geçirdiği söylenebilir. Özellikle 1950'lerden ama özellikle 1980'lerden sonra modernleşme sürecinin yavaşlatılarak, etkisizleştirilerek ve farklı yönlere çekilerek başkalaştırılması, “soyutlanmışlık duygusu” yaklaşık üç kuşak sonrasında yavaş yavaş ortadan kalkabilecekken, bu durumun süreklilik kazanmasına neden olmuş, üstelik Türkiye, dünyada bir başka örneği olmayan, biri seküler diğeri kaderci iki ayrımlaşmış toplumun yan yana yaşadığı iki parçalı bir toplum haline dönüşmüştür. Bu durumun içinde barındırdığı gerilim, bundan da öte şiddete dayalı çatışma gizilgücü, hiç kuşku yok ki, Türkiye'nin en önemli ve tehlikeli sosyo-politik ve sosyo-kültürel sorunlarının başında gelmektedir.
Yabancılaştırma sürecinin bir diğer sonucu olan “güçsüzlük” olgusu da Türkiye'de kabaca 1500 yıllık devlet geleneği ve uygulamasında, ayrıca aile ve toplum içi ilişkilerde ağır bir biçimde yaşanan baskılar nedeniyle, yaygınlık kazanmıştır. Cumhuriyet devrimi ve karşıt devrim dönemleri de “güçsüzlük duygusunun azalmasını değil, artmasını sağlamış, üstelik Türkiye'de demokrasi, yalnızca “sandık demokrasisi” olarak uygulanabilmiştir. Açıkçası demokrasi ne halk ne de politikacılar tarafından bir yaşam biçimine dönüştürülebilmiş, seçmenler politikacıları, politikacılar ise seçmenleri “kullandıklarını” sanarak, hep birlikte “öze yabancılaşma”nın dipsiz kuyusuna yuvarlanıvermişlerdir...”
Çağdaş Drama Derneği tarafından 3-7 Mart 2003 tarihleri arasında gerçekleştirilen 9. Uluslararası Eğitimde Yaratıcı Drama Semineri'nde tamamlanan çağrılı konferans, panel ve atölye oturumlarından oluşturulan bu kitap hem yabancılaşma- yabancılaştırma üzerine kavramsal incelemeleri hem de uygulama örneklerini geniş ölçüde kapsamaktadır.
“…Türkiye'deki en ağırlıklı yabancılaştırma süreçlerinin, Osmanlı döneminde başlayan, ancak Cumhuriyet'in ilanı ile birlikte kökten bir devrim kimliğine bürünen modernleşme ya da çağdaşlaşma projeleriyle yaşama geçirdiği söylenebilir. Özellikle 1950'lerden ama özellikle 1980'lerden sonra modernleşme sürecinin yavaşlatılarak, etkisizleştirilerek ve farklı yönlere çekilerek başkalaştırılması, “soyutlanmışlık duygusu” yaklaşık üç kuşak sonrasında yavaş yavaş ortadan kalkabilecekken, bu durumun süreklilik kazanmasına neden olmuş, üstelik Türkiye, dünyada bir başka örneği olmayan, biri seküler diğeri kaderci iki ayrımlaşmış toplumun yan yana yaşadığı iki parçalı bir toplum haline dönüşmüştür. Bu durumun içinde barındırdığı gerilim, bundan da öte şiddete dayalı çatışma gizilgücü, hiç kuşku yok ki, Türkiye'nin en önemli ve tehlikeli sosyo-politik ve sosyo-kültürel sorunlarının başında gelmektedir.
Yabancılaştırma sürecinin bir diğer sonucu olan “güçsüzlük” olgusu da Türkiye'de kabaca 1500 yıllık devlet geleneği ve uygulamasında, ayrıca aile ve toplum içi ilişkilerde ağır bir biçimde yaşanan baskılar nedeniyle, yaygınlık kazanmıştır. Cumhuriyet devrimi ve karşıt devrim dönemleri de “güçsüzlük duygusunun azalmasını değil, artmasını sağlamış, üstelik Türkiye'de demokrasi, yalnızca “sandık demokrasisi” olarak uygulanabilmiştir. Açıkçası demokrasi ne halk ne de politikacılar tarafından bir yaşam biçimine dönüştürülebilmiş, seçmenler politikacıları, politikacılar ise seçmenleri “kullandıklarını” sanarak, hep birlikte “öze yabancılaşma”nın dipsiz kuyusuna yuvarlanıvermişlerdir...”
Çağdaş Drama Derneği tarafından 3-7 Mart 2003 tarihleri arasında gerçekleştirilen 9. Uluslararası Eğitimde Yaratıcı Drama Semineri'nde tamamlanan çağrılı konferans, panel ve atölye oturumlarından oluşturulan bu kitap hem yabancılaşma- yabancılaştırma üzerine kavramsal incelemeleri hem de uygulama örneklerini geniş ölçüde kapsamaktadır.