Osmanlı kültürü, oluşma safhasının büyük bir kısmını ona ev sahipliği yapan Edirne ve civarına borçludur. Bu borç, aradan geçen beş asırlık süreye rağmen hâlâ hakkıyla ödenememiştir. Bu çalışma, söz konusu borcun beş yıllık bir çalışmanın neticesinde biriken faizini ödeme teşebbüsüdür.
Osmanlı kültürünün XVI. yüzyılda birçok alanda ulaştığı doruk nokta itibariyle bundan önceki devrin bu yükselişin hem altyapısı hem de başlıca hazırlayıcısı olduğunu iddia etmek ilk bakışta kolay gibi gözükmekteyse de, erken dönem Osmanlı tarihine ve özellikle bilim konusuna ışık tutan kaynakların kıtlığı, söz konusu oluşum döneminin yansıtılmasını ve yorumlanmasını zorlaştırmaktadır. Edirne ve civarında dünya haritasında o zamana kadar var olmamış, yeni bir kültürel yapılanmanın göstergesi durumunda olan unsurlar nelerdir? Bu meseleye açıklık getirmek üzere şehrin Bizans döneminden başlayarak XVII. yüzyılına kadar gidilmektedir. Bu uzun yolculukta bize eşlik eden birçok seyyahın ve klâsik Osmanlı tarihçisinin bıraktığı Edirne notları, bir yandan şehrin günlük hayatını diğer yandan da mahallî kültürü belki de en muhtasar şekilde sergileyen şenlik hayatını tasavvur etmemize yardımcı olmaktadır.
Bizans döneminde sık sık el değiştiren Edirnede Kaleiçine sıkışıp kalan şehir hayatı yüzlerce yıl boyunca sadece askerî fonksiyonlar ifa etmek zorunda kalmış, kültür adına günümüze fazla bir maddî-manevî birikim ulaşmamıştır.
Yarım asırlık genç bir devlete sahip olan Osmanlı kültürü, ıssızlaşan Trakya bölgesinin merkezinde, neredeyse sıfırdan başlayarak, Adrianopolis surları dışına taşıp akan yeni şehri, yıldızı henüz parlamaya başlayan Osmanlı medeniyetinin nüfuzu için esas malzeme olarak kullanmıştır. Tabii bu, Osmanlı kültürünün oluşmasındaki Selçuklu ve Bizans gibi farklı kültürlerin tesirinin olmadığı anlamına gelmez. Bu tesir, Adrianopolisin Edirneye dönüşmesiyle birlikte Osmanlı kimliği altında şehre girmeye başlamıştır. Yine de Edirne, uzun bir zaman için Osmanlıyı temsil etme statüsüne sahip oluşunu fizikî yapısından ziyade konuk ettiği, yetiştirdiği ve yolcu ettiği bilim adamlarına, zanaatkârlarına ve sanatçılarına borçludur. Onların sayesinde ikinci Osmanlı payitahtı, hâlis bir Edirne değil, Bursa-İznik-Konya-Kastamonu-Merzifon-Amasya-Halep-Şiraz vs. kültür merkezlerinin Rumeliye kadar uzanan katkı ve tesirlerin bir bileşimidir. Diğer bir ifadeyle, Edirnenin, biraz Anadolu, biraz İran, biraz Suriye ve Mısır olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz.
Osmanlı kültürü, oluşma safhasının büyük bir kısmını ona ev sahipliği yapan Edirne ve civarına borçludur. Bu borç, aradan geçen beş asırlık süreye rağmen hâlâ hakkıyla ödenememiştir. Bu çalışma, söz konusu borcun beş yıllık bir çalışmanın neticesinde biriken faizini ödeme teşebbüsüdür.
Osmanlı kültürünün XVI. yüzyılda birçok alanda ulaştığı doruk nokta itibariyle bundan önceki devrin bu yükselişin hem altyapısı hem de başlıca hazırlayıcısı olduğunu iddia etmek ilk bakışta kolay gibi gözükmekteyse de, erken dönem Osmanlı tarihine ve özellikle bilim konusuna ışık tutan kaynakların kıtlığı, söz konusu oluşum döneminin yansıtılmasını ve yorumlanmasını zorlaştırmaktadır. Edirne ve civarında dünya haritasında o zamana kadar var olmamış, yeni bir kültürel yapılanmanın göstergesi durumunda olan unsurlar nelerdir? Bu meseleye açıklık getirmek üzere şehrin Bizans döneminden başlayarak XVII. yüzyılına kadar gidilmektedir. Bu uzun yolculukta bize eşlik eden birçok seyyahın ve klâsik Osmanlı tarihçisinin bıraktığı Edirne notları, bir yandan şehrin günlük hayatını diğer yandan da mahallî kültürü belki de en muhtasar şekilde sergileyen şenlik hayatını tasavvur etmemize yardımcı olmaktadır.
Bizans döneminde sık sık el değiştiren Edirnede Kaleiçine sıkışıp kalan şehir hayatı yüzlerce yıl boyunca sadece askerî fonksiyonlar ifa etmek zorunda kalmış, kültür adına günümüze fazla bir maddî-manevî birikim ulaşmamıştır.
Yarım asırlık genç bir devlete sahip olan Osmanlı kültürü, ıssızlaşan Trakya bölgesinin merkezinde, neredeyse sıfırdan başlayarak, Adrianopolis surları dışına taşıp akan yeni şehri, yıldızı henüz parlamaya başlayan Osmanlı medeniyetinin nüfuzu için esas malzeme olarak kullanmıştır. Tabii bu, Osmanlı kültürünün oluşmasındaki Selçuklu ve Bizans gibi farklı kültürlerin tesirinin olmadığı anlamına gelmez. Bu tesir, Adrianopolisin Edirneye dönüşmesiyle birlikte Osmanlı kimliği altında şehre girmeye başlamıştır. Yine de Edirne, uzun bir zaman için Osmanlıyı temsil etme statüsüne sahip oluşunu fizikî yapısından ziyade konuk ettiği, yetiştirdiği ve yolcu ettiği bilim adamlarına, zanaatkârlarına ve sanatçılarına borçludur. Onların sayesinde ikinci Osmanlı payitahtı, hâlis bir Edirne değil, Bursa-İznik-Konya-Kastamonu-Merzifon-Amasya-Halep-Şiraz vs. kültür merkezlerinin Rumeliye kadar uzanan katkı ve tesirlerin bir bileşimidir. Diğer bir ifadeyle, Edirnenin, biraz Anadolu, biraz İran, biraz Suriye ve Mısır olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz.