Pepek kuşunun sesiyle yankılanan dağlarda insanlığın acı dolu öyküsü yazılıyor. Masal diyarı yurtların davetkâr çeşmeleri artık yarenlik sohbetlerin ortasına akmıyor. Istıraplı insanların adımları yeniden uçurumlara uzanan silik patikalara düşüyor. Çığ yürüyor yollara, kan sızıyor. Yangınlardan geliyor insanlık. Çaresizliklerden, en derin üzüntülerden, sürgünlerden geliyor. Günü geliyor kendisine uğramayan karabasan dönüp dolaşıyor bir gün ona da uğruyor. Hiç ummadığı bir anda tüm deneyimsizliğiyle direnmeye, karşı koymaya kalkıyor. Alişer oluyor, Zarife oluyor…
Düşman zalim, düşman hain, düşman aman vermiyor!
Peki ya sen? Direniş kapının önüne kadar gelmişken görmezden gelebilir misin? Sen hep yalnız bırakıldın diye şimdi yalnız mı bırakacaksın? Sen hangi katliamın hedefinde olmadın ki? Öyle bir gün gelir ki, tüm insanlığın umudu olursun. Omuzlarındaki yük ağırdır ama ancak sen taşıyabilirsin. Hayat verirsin çevrendekilere. Kuruyan dallar yeniden yeşerir o zaman. En yakınındakilerden düşmana el verenler olduğunu bilirsin ama yine de direnirsin. Sen değil misin insanların umudu? Hep mi ihanet kol gezecek! Göğsünde ateş taşıyanların da karanlıktan hesap sorma sırası gelir elbet. Bir gün, mutlaka…
Onun adı Agasi. Agasi sensin! Beraber yedin, beraber içtin. Aynı derede yüzdün, aynı dağın havasını soluyup aynı kar kokulu sulardan içtin. Tadına baktığın bal aynı dağın çiçeklerinden toplandı. Kurduğun düşlerde aynı umudu taşıdın.
Agasi, bütün insanların acılarını dert edinmiş bir Ermeni. Dün kırımdan geçmiş, yaralı… Bugün kırıma uğrayanlar için yine direniyor. O, dün dili lâl olanlar bugün güçlü bir çığlık atabilsin diye ortaya çıkıyor.
Koçgiri kan ağlıyor. Koçgiri insanlıktan nasibini almamış Topal'ın ayakları altında inim inim inliyor. Koçgiri, en güzel evlatlarını toprağa veriyor. “Ah!” diyor insanlık ama aman dilemiyor. Zulüm nerede filizlenirse direniş de orada filizleniyor. Geriye pek bir şey kalmamış olsa da insanlık zulmün üstüne dörtnala koşmaya devam ediyor.
Pepek kuşunun sesiyle yankılanan dağlarda insanlığın acı dolu öyküsü yazılıyor. Masal diyarı yurtların davetkâr çeşmeleri artık yarenlik sohbetlerin ortasına akmıyor. Istıraplı insanların adımları yeniden uçurumlara uzanan silik patikalara düşüyor. Çığ yürüyor yollara, kan sızıyor. Yangınlardan geliyor insanlık. Çaresizliklerden, en derin üzüntülerden, sürgünlerden geliyor. Günü geliyor kendisine uğramayan karabasan dönüp dolaşıyor bir gün ona da uğruyor. Hiç ummadığı bir anda tüm deneyimsizliğiyle direnmeye, karşı koymaya kalkıyor. Alişer oluyor, Zarife oluyor…
Düşman zalim, düşman hain, düşman aman vermiyor!
Peki ya sen? Direniş kapının önüne kadar gelmişken görmezden gelebilir misin? Sen hep yalnız bırakıldın diye şimdi yalnız mı bırakacaksın? Sen hangi katliamın hedefinde olmadın ki? Öyle bir gün gelir ki, tüm insanlığın umudu olursun. Omuzlarındaki yük ağırdır ama ancak sen taşıyabilirsin. Hayat verirsin çevrendekilere. Kuruyan dallar yeniden yeşerir o zaman. En yakınındakilerden düşmana el verenler olduğunu bilirsin ama yine de direnirsin. Sen değil misin insanların umudu? Hep mi ihanet kol gezecek! Göğsünde ateş taşıyanların da karanlıktan hesap sorma sırası gelir elbet. Bir gün, mutlaka…
Onun adı Agasi. Agasi sensin! Beraber yedin, beraber içtin. Aynı derede yüzdün, aynı dağın havasını soluyup aynı kar kokulu sulardan içtin. Tadına baktığın bal aynı dağın çiçeklerinden toplandı. Kurduğun düşlerde aynı umudu taşıdın.
Agasi, bütün insanların acılarını dert edinmiş bir Ermeni. Dün kırımdan geçmiş, yaralı… Bugün kırıma uğrayanlar için yine direniyor. O, dün dili lâl olanlar bugün güçlü bir çığlık atabilsin diye ortaya çıkıyor.
Koçgiri kan ağlıyor. Koçgiri insanlıktan nasibini almamış Topal'ın ayakları altında inim inim inliyor. Koçgiri, en güzel evlatlarını toprağa veriyor. “Ah!” diyor insanlık ama aman dilemiyor. Zulüm nerede filizlenirse direniş de orada filizleniyor. Geriye pek bir şey kalmamış olsa da insanlık zulmün üstüne dörtnala koşmaya devam ediyor.