Bir gün Tokyo etrafında dolaşmakta idim, ahbaptan biri tesadüf ederek "Şu Köyde bir Türk var, geçende sizinle görüşmeyi arzu ediyordu" dedi. Türk' kelimesini işittiğim gibi hemen bende bir memnuniyet hâsrl oldu ki; tarif edemem, aylarca müslüman görmemişim, ‘Nerede acaba?' diyerek adresini öğrendim. Hemen aramaya gittim, tarif olunduğu gibi buldum, Nippori isimli köyde Mikazki Kak -("güneş ile hilal" manasını ifade eder)- (adlı) eve geldim, genç bir Japon kızı karşıladı. Dedim ki: -Burada bir Türk varmış?! -Hayır Türk yoktur, Arab var. Huve zevcî [o benim eşim] diyerek Arapça ilave edince, ziyadesiyle taaccüp ettim: Japon kızı Arapça konuşur, eşi de Arap olur; (inanılır gibi değil)!.. -"Eşiniz nerededir?" diye sordum. -Buyurunuz şimdi gelir. Derken bir odadan ihtiyarca bir Japon kadın çıktı; Selâmun aleykum faddalü [buyurun] demesiyle ben de ayakkabılarımı çıkardım, içeri girdim. Duvarda bir fotoğraf; Mısır Kahire subaylarından olduğunu görüyorum. Kızcağız, Hazâ zevcî [bu benim eşim] dedi. Hayret!.. * * * ‘Zemzem', olabilir ki bir maden suyudur [minerals]. Fakat bizim itikadımızda mukaddes bir sudur. Zemzem-i şerîfi, hacılar tenekeler ile alıp memleketlerine götürürler, vaktiyle ben de götürmüştüm, bu suyun şişede on iki sene kaldığı halde hiç değişmediğini ve bozulmadığını müşahede ettim. Bir rivayet vardır ki: "Zemzem kaynamaz" derler; ben tecrübe ettim kaynadı, fakat kaynadıktan sonra yemeği çok fena oldu; çay yapıp içecek oldum, daha fena oldu; şeker de koydum büsbütün fena oldu, korktum edebimi takındım, bilahare kaynamış [Zemzem] suyu ile yıkandım ve (Zemzem suyu ile yaptığım) çayı (ise) gömdüm, belki edeb sınırını aşmışımdır diye pişmanlık duydum.
Bir gün Tokyo etrafında dolaşmakta idim, ahbaptan biri tesadüf ederek "Şu Köyde bir Türk var, geçende sizinle görüşmeyi arzu ediyordu" dedi. Türk' kelimesini işittiğim gibi hemen bende bir memnuniyet hâsrl oldu ki; tarif edemem, aylarca müslüman görmemişim, ‘Nerede acaba?' diyerek adresini öğrendim. Hemen aramaya gittim, tarif olunduğu gibi buldum, Nippori isimli köyde Mikazki Kak -("güneş ile hilal" manasını ifade eder)- (adlı) eve geldim, genç bir Japon kızı karşıladı. Dedim ki: -Burada bir Türk varmış?! -Hayır Türk yoktur, Arab var. Huve zevcî [o benim eşim] diyerek Arapça ilave edince, ziyadesiyle taaccüp ettim: Japon kızı Arapça konuşur, eşi de Arap olur; (inanılır gibi değil)!.. -"Eşiniz nerededir?" diye sordum. -Buyurunuz şimdi gelir. Derken bir odadan ihtiyarca bir Japon kadın çıktı; Selâmun aleykum faddalü [buyurun] demesiyle ben de ayakkabılarımı çıkardım, içeri girdim. Duvarda bir fotoğraf; Mısır Kahire subaylarından olduğunu görüyorum. Kızcağız, Hazâ zevcî [bu benim eşim] dedi. Hayret!.. * * * ‘Zemzem', olabilir ki bir maden suyudur [minerals]. Fakat bizim itikadımızda mukaddes bir sudur. Zemzem-i şerîfi, hacılar tenekeler ile alıp memleketlerine götürürler, vaktiyle ben de götürmüştüm, bu suyun şişede on iki sene kaldığı halde hiç değişmediğini ve bozulmadığını müşahede ettim. Bir rivayet vardır ki: "Zemzem kaynamaz" derler; ben tecrübe ettim kaynadı, fakat kaynadıktan sonra yemeği çok fena oldu; çay yapıp içecek oldum, daha fena oldu; şeker de koydum büsbütün fena oldu, korktum edebimi takındım, bilahare kaynamış [Zemzem] suyu ile yıkandım ve (Zemzem suyu ile yaptığım) çayı (ise) gömdüm, belki edeb sınırını aşmışımdır diye pişmanlık duydum.