Anlayıcı yöntem ile yapılan araştırmanın, anlaşılması da zordur. Anlayıcı bilinç'e yakın bilinç talep eder okuyucudan. Çünkü düz çizgide gitmez. Zaten yaşam ilişkilerinde zor değil mi anlamak? Belki bundandır, birbirimizi anlar değiliz. Aksine; ilk izlenimle çıkarım yükleriz karşıdakine; söylediklerine ve yaptıklarına. Açıklarız onu yani; parçalar, eksiltir, toplar, böler, çarpar, sağlamasını yapar, sayılara bağlar ve kategorize ederiz Sezen Aksu'nun “etme” dediği kadar... Halbuki, insanı anlamak, “Hiçbir şey göründüğü gibi değildir” ilkesini peşinen kabullenmekten geçer. İnsanın “şey” sayılamayacağı bilinciyle, “şey olmayan” söz ve eylemlerinin içine girmeyi gerektirir anlamak. Yine, birbirimize sıkça yönelttiğimiz “Beni anlamıyorsun!” şikayeti, bu nüfuz veya içe-bakış zahmetine katlanılmadığından doğmaz mı? Anlayıcı yaklaşım, günlük hayatta anlayıcı olmadığımızdan zordur belki de. Başkasının ruh hâline, dil çerçevesine, toplumsal bağlamına; böylece de, onun algılarına ve maksatlarına ulaşmaya pek çaba göstermeyişimizden çoğu anlayıcı araştırmaların anlaşılması da zor muhtemelen. İki anlamda da anlamak zor bir “sanat”tır. Bir sosyologun öncelikle sahipliği gereken de “dinleme sanatı”dır. Anlamak, dinlemek ile gerçekleşir çünkü. Biz Türkler ise, birbirimizi pek az dinleriz... Bu kitap, en azından “bilim insanı Türkler”i, “dinleme sanat”ına yeniden çağırmaktadır.
Anlayıcı yöntem ile yapılan araştırmanın, anlaşılması da zordur. Anlayıcı bilinç'e yakın bilinç talep eder okuyucudan. Çünkü düz çizgide gitmez. Zaten yaşam ilişkilerinde zor değil mi anlamak? Belki bundandır, birbirimizi anlar değiliz. Aksine; ilk izlenimle çıkarım yükleriz karşıdakine; söylediklerine ve yaptıklarına. Açıklarız onu yani; parçalar, eksiltir, toplar, böler, çarpar, sağlamasını yapar, sayılara bağlar ve kategorize ederiz Sezen Aksu'nun “etme” dediği kadar... Halbuki, insanı anlamak, “Hiçbir şey göründüğü gibi değildir” ilkesini peşinen kabullenmekten geçer. İnsanın “şey” sayılamayacağı bilinciyle, “şey olmayan” söz ve eylemlerinin içine girmeyi gerektirir anlamak. Yine, birbirimize sıkça yönelttiğimiz “Beni anlamıyorsun!” şikayeti, bu nüfuz veya içe-bakış zahmetine katlanılmadığından doğmaz mı? Anlayıcı yaklaşım, günlük hayatta anlayıcı olmadığımızdan zordur belki de. Başkasının ruh hâline, dil çerçevesine, toplumsal bağlamına; böylece de, onun algılarına ve maksatlarına ulaşmaya pek çaba göstermeyişimizden çoğu anlayıcı araştırmaların anlaşılması da zor muhtemelen. İki anlamda da anlamak zor bir “sanat”tır. Bir sosyologun öncelikle sahipliği gereken de “dinleme sanatı”dır. Anlamak, dinlemek ile gerçekleşir çünkü. Biz Türkler ise, birbirimizi pek az dinleriz... Bu kitap, en azından “bilim insanı Türkler”i, “dinleme sanat”ına yeniden çağırmaktadır.