Avrupa edebiyatının klâsikleşmiş büyük yazarlarının verdiği eserlerin büyüklüğü iktisadî ve toplumsal süreçleri her yönüyle görmeleri ve mevcut şartlarda daha embriyon halindeki insan tiplerini peygamberce (Marx) yaratmalarından gelir. İnsan ile toplumsal çevresinin karşılıklı etkisinin yarattığı insan karakterini, insanı bir sınıfsal bireye dönüştüren çizgilerin formasyonunu, insanların nasıl zayıfladığını, birbirleriyle nasıl kesiştiklerini anlatırlar...
Ama Varoluşçuluğun yalıtıcılığına kapılan modern yazarlar, bu süreçleri genellikle süreçten saymazlar. Süreçleri çevre, ırk ve başka etkenler aracılığıyla yazgıya indirgerler. İnsan ilişkileri nesneleşir, şeyleşirler, her şey kendi içine bakan insana yani bene dönüşür, insanların toplumsal ilişkilerini kristalleştiren fetişlere dönüşürler; ben kapitalist dünyanın burjuva insanının gözünde kendi ekonomik düzeninin yasallığı gibi aşılmaz bir şeydir...
Oysa büyük yazarlarda olup biten, iktisadî ve toplumsal çatışmanın ortasında dramatize edilen insan tipinin çelişkiden çelişkiye ilerlerken karşılaştığı rastlantılardır. Rastlantıların anlatılışı hüküm süren gerçek koşulların derin biçimde algılanmasına dayanır...
Büyük ozanlar gerçek hayatın/aynanın nasıl ortaya çıktığını gösterir... Ama kendi kendimi seçerek evreni yaratıyorum... düsturu aracılığıyla soyut bir özgürlüğün peşindeki anlamı arayan modern yazarların uygulamaları, algılama kavramını bütünüyle çarpıtmıştır. İnsanlarda algılamanın edilgenlik anlamına geldiği, yaşama ve onun sorunlarına karşı açık tutum almayı dışladığı, algılama gücünün etkin olmanın ve uygulamanın karşıtı olduğu doğrultusunda sahte ve köhne bir anlayış yaşamaktadır. Modern yazarlar toplumsal sırdan (ayna ardındaki sır) çok açık bir biçimde söz etmektedir. Modern yazarlar, yalnızca kendi yasalarını sürdürmektedirler.
Avrupa edebiyatının klâsikleşmiş büyük yazarlarının verdiği eserlerin büyüklüğü iktisadî ve toplumsal süreçleri her yönüyle görmeleri ve mevcut şartlarda daha embriyon halindeki insan tiplerini peygamberce (Marx) yaratmalarından gelir. İnsan ile toplumsal çevresinin karşılıklı etkisinin yarattığı insan karakterini, insanı bir sınıfsal bireye dönüştüren çizgilerin formasyonunu, insanların nasıl zayıfladığını, birbirleriyle nasıl kesiştiklerini anlatırlar...
Ama Varoluşçuluğun yalıtıcılığına kapılan modern yazarlar, bu süreçleri genellikle süreçten saymazlar. Süreçleri çevre, ırk ve başka etkenler aracılığıyla yazgıya indirgerler. İnsan ilişkileri nesneleşir, şeyleşirler, her şey kendi içine bakan insana yani bene dönüşür, insanların toplumsal ilişkilerini kristalleştiren fetişlere dönüşürler; ben kapitalist dünyanın burjuva insanının gözünde kendi ekonomik düzeninin yasallığı gibi aşılmaz bir şeydir...
Oysa büyük yazarlarda olup biten, iktisadî ve toplumsal çatışmanın ortasında dramatize edilen insan tipinin çelişkiden çelişkiye ilerlerken karşılaştığı rastlantılardır. Rastlantıların anlatılışı hüküm süren gerçek koşulların derin biçimde algılanmasına dayanır...
Büyük ozanlar gerçek hayatın/aynanın nasıl ortaya çıktığını gösterir... Ama kendi kendimi seçerek evreni yaratıyorum... düsturu aracılığıyla soyut bir özgürlüğün peşindeki anlamı arayan modern yazarların uygulamaları, algılama kavramını bütünüyle çarpıtmıştır. İnsanlarda algılamanın edilgenlik anlamına geldiği, yaşama ve onun sorunlarına karşı açık tutum almayı dışladığı, algılama gücünün etkin olmanın ve uygulamanın karşıtı olduğu doğrultusunda sahte ve köhne bir anlayış yaşamaktadır. Modern yazarlar toplumsal sırdan (ayna ardındaki sır) çok açık bir biçimde söz etmektedir. Modern yazarlar, yalnızca kendi yasalarını sürdürmektedirler.