“Dünyanın ortasındaki bir ülkede yaşamakta olan Mamoon, Yar Birrain ve Birrung adlı üç erkek kardeş; eşleri, çocukları ve anneleriyle birlikte, ülkenin içinde bulunduğu savaş ve karışıklık ortamından kaçarak Avustralya'nın doğu bölgesine varırlar. Yöreyi gözden geçirirlerken aniden patlak veren fırtınada deniz araçları kullanılamaz hale gelir. Ağaçlardan kano yapmaya başlarlar. Tam ayrılacakları sırada, annelerinin kampta olmadığını görürler. Her yanı ararlar; ancak onu bulamazlar. Öldüğünü varsayarak yola çıkarlar; fakat anneleri ölmemiştir. Kamp yerinde kimseyi bulamayınca çocukların kendisini terk ettiğini düşünen anne, bir tepeye tırmanıp arkalarından bağırır; ama sesini duyuramaz. Çok kızar ve denizin sertleşmesi için dua eder. Kısa bir süre sonra, denizde kopan fırtına, üç kardeşin yeniden karaya dönmesine neden olur. Kardeşler değişik bölgelere dağılır. Biri, annesini bulur ve o yöreye yerleşir; diğerleri de başka yerleri yurt edinir. Giderek çoğalırlar ve tüm kıtaya yayılarak Avustralya'yı vatan olarak benimserler...''
Bu kahverengi derili insanlar, kimilerine göre otuz, kimilerine göre kırk bin yıl, kimilerine göre ise çok daha uzun bir süredir bu kıtada yaşamaktadır. Her şeyleri özgün olan bu kültürden bir avuç söylence derledim. Bunlar, Aborijinlerin “Düş Zamanı” dedikleri; onların gördükleri, yaşadıkları, duyumsadıkları her “Şey” in yaratılışını anlatan kutsal bir döneme ait öykülerdir. Binlerce yıldır kuşaktan kuşağa aynen aktarıldıkları için özgünlükleri yitmemiş bu söylenceler aracılığıyla “Ruhsal Ataların” varlığı ve neleri, nasıl yarattıkları anlaşılabilir.
Bir Aborijinin ‘Yaşam bilinci', ‘Yaratılış Evresi' söylenceleri (mitos) ile iç içedir. Yaşamındaki soyut ya da somut her ‘Şey', ‘Yaratılış Evresi' kahramanlarının etkisi altındadır.
“Dünyanın ortasındaki bir ülkede yaşamakta olan Mamoon, Yar Birrain ve Birrung adlı üç erkek kardeş; eşleri, çocukları ve anneleriyle birlikte, ülkenin içinde bulunduğu savaş ve karışıklık ortamından kaçarak Avustralya'nın doğu bölgesine varırlar. Yöreyi gözden geçirirlerken aniden patlak veren fırtınada deniz araçları kullanılamaz hale gelir. Ağaçlardan kano yapmaya başlarlar. Tam ayrılacakları sırada, annelerinin kampta olmadığını görürler. Her yanı ararlar; ancak onu bulamazlar. Öldüğünü varsayarak yola çıkarlar; fakat anneleri ölmemiştir. Kamp yerinde kimseyi bulamayınca çocukların kendisini terk ettiğini düşünen anne, bir tepeye tırmanıp arkalarından bağırır; ama sesini duyuramaz. Çok kızar ve denizin sertleşmesi için dua eder. Kısa bir süre sonra, denizde kopan fırtına, üç kardeşin yeniden karaya dönmesine neden olur. Kardeşler değişik bölgelere dağılır. Biri, annesini bulur ve o yöreye yerleşir; diğerleri de başka yerleri yurt edinir. Giderek çoğalırlar ve tüm kıtaya yayılarak Avustralya'yı vatan olarak benimserler...''
Bu kahverengi derili insanlar, kimilerine göre otuz, kimilerine göre kırk bin yıl, kimilerine göre ise çok daha uzun bir süredir bu kıtada yaşamaktadır. Her şeyleri özgün olan bu kültürden bir avuç söylence derledim. Bunlar, Aborijinlerin “Düş Zamanı” dedikleri; onların gördükleri, yaşadıkları, duyumsadıkları her “Şey” in yaratılışını anlatan kutsal bir döneme ait öykülerdir. Binlerce yıldır kuşaktan kuşağa aynen aktarıldıkları için özgünlükleri yitmemiş bu söylenceler aracılığıyla “Ruhsal Ataların” varlığı ve neleri, nasıl yarattıkları anlaşılabilir.
Bir Aborijinin ‘Yaşam bilinci', ‘Yaratılış Evresi' söylenceleri (mitos) ile iç içedir. Yaşamındaki soyut ya da somut her ‘Şey', ‘Yaratılış Evresi' kahramanlarının etkisi altındadır.