Memlekette bir süredir her şey o kadar hızlı değişiyor, bir gün tozu dumana katan bir söz ya da olay ardı sıra gelen bir yenisiyle birlikte o kadar hızlı “unutuluşa” yahut “kıymetsizliğe” terk ediliyor ki, senelerce konuşulabilecek şeyleri bazen iki üç günde tüketip atıyoruz. Bunlardan biri, eylül ayı sonunda, ülkenin “1 Numaralı koltuğu”nda oturan Erdoğan'ın zikrettiği sözlerle başlayan ve ülkenin “1 Numaralı kuruluş belgesi” olarak da kabul edilebilecek Lozan Antlaşması'na ilişkin olan tartışmaydı. Birkaç gün boyunca bu tartışma köpürdü, hatta Yunanistan bile resmi düzeyde katıldı… Ama sonra peşi bırakıldı. Daha doğrusu, Erdoğan'ın 29 Eylül'de, (tartışmaların da fitilini ateşleyecek şekilde) “bize zafer olarak yutturmaya çalıştılar” dediği Lozan Antlaşması'yla ve onun imzalandığı dönemdeki başka gelişme ve tutumlarla çok ilgili/ilişkili olan “Musul operasyonu”, “Suriye iç savaşı” gibi “daha güncel” gelişmelerin perdesi arkasında kaldı.
Memlekette bir süredir her şey o kadar hızlı değişiyor, bir gün tozu dumana katan bir söz ya da olay ardı sıra gelen bir yenisiyle birlikte o kadar hızlı “unutuluşa” yahut “kıymetsizliğe” terk ediliyor ki, senelerce konuşulabilecek şeyleri bazen iki üç günde tüketip atıyoruz. Bunlardan biri, eylül ayı sonunda, ülkenin “1 Numaralı koltuğu”nda oturan Erdoğan'ın zikrettiği sözlerle başlayan ve ülkenin “1 Numaralı kuruluş belgesi” olarak da kabul edilebilecek Lozan Antlaşması'na ilişkin olan tartışmaydı. Birkaç gün boyunca bu tartışma köpürdü, hatta Yunanistan bile resmi düzeyde katıldı… Ama sonra peşi bırakıldı. Daha doğrusu, Erdoğan'ın 29 Eylül'de, (tartışmaların da fitilini ateşleyecek şekilde) “bize zafer olarak yutturmaya çalıştılar” dediği Lozan Antlaşması'yla ve onun imzalandığı dönemdeki başka gelişme ve tutumlarla çok ilgili/ilişkili olan “Musul operasyonu”, “Suriye iç savaşı” gibi “daha güncel” gelişmelerin perdesi arkasında kaldı.