...Ayla gözlerindeki bulutu nereye çevireceğini bilemiyordu. Azgın dalgaların arasında sıkışmış bir tekne, nasıl ki emin bir liman arar. O da en güvenli limana sığınmayı uygun buldu. Biraz daha sokuldu yanı başındaki adama. Gözlerini çevirecek en uygun yeri seçti. Sinan'ın kirpikleri arasındaki yeşilli maviliğe!
Dolunay, tüm ışığını genç kızın yüzüne yaymıştı. Gümüş bir heykeli andırıyordu. Kadehe uzanıp aldı. Yüzünü denize ve havuza dönüp oturdu. İncecik parmakları, kadehi yoklar gibi ovaladı. Yavaşça dudağına değdirdi. O anda kadeh, gümüş ışıltılı heykele karıştı. Ay ışığının büyüsü, gümüşle altın arası bir renge dönüştürdü genç kızı. Yakut rengi şarap, önce kızın diline, ardından damağına iki damla göz yaşı gibi aktı.
O kadar temiz ve masumdu ki, insan dokunmak bir yana, gözlerini bile kısarak bakabilirdi. Hafif dalgalı kumral saçları, şimdi daha da açık bir renge bürünmüştü. Kaşları doğal ince bir hat çiziyordu yüzünde ve Mona Liza gibi, varla yok arasıydı. Burun delikleri yeni ayı andırıyor ve her nefes alışta, büyülü bir hale çiziyordu. Tüm bedeni ayva tüyü ile kaplıydı ve bu belli belirsiz tüyler sadece bazı yerlerde koyulaşıp, saç örgüsüne dönüşüyordu. Teni hala sıcak bir gümüş heykeli andırıyordu. Dudaklarının üstünde ve alnında, küçük damlacıklar oluşmuştu. Her nefes alışta gögüsleri canlanıyor, sonra tekrar iki yana akıyordu usulca.
Şimdi mevsimi değildi henüz. Yine de incir kokusu kapladı her yanını. Hani o, dışardan getirilip ekilen incirlerden değildi. Bu toprakların yerli incirinin kokusuydu bu. Bedenini saran koku, diline de bulaşır gibi oldu. Yemeden tadı ve kokusu seni esir alır. Değdiği her yerine bal damlar!
''Öyle duru ve ışıltılı ki tenin, bir sırrı olmalı bunun. Göğüslerinin orta yerinde hafif bir koyuluk var. İmza gibi. Nedir o!''
Kızın gözlerinden fışkıran ışık, uçuk pembe bir buluta dönüp gezindi yanaklarında. Henüz iki gündür tanıdığı ama, kendini bildi bileli yakınındaymış gibi sıcaklık beslediği adama sırrını vermekte bir sakınca görmedi. Hatta, gururu okşanır gibi oldu...
...Ayla gözlerindeki bulutu nereye çevireceğini bilemiyordu. Azgın dalgaların arasında sıkışmış bir tekne, nasıl ki emin bir liman arar. O da en güvenli limana sığınmayı uygun buldu. Biraz daha sokuldu yanı başındaki adama. Gözlerini çevirecek en uygun yeri seçti. Sinan'ın kirpikleri arasındaki yeşilli maviliğe!
Dolunay, tüm ışığını genç kızın yüzüne yaymıştı. Gümüş bir heykeli andırıyordu. Kadehe uzanıp aldı. Yüzünü denize ve havuza dönüp oturdu. İncecik parmakları, kadehi yoklar gibi ovaladı. Yavaşça dudağına değdirdi. O anda kadeh, gümüş ışıltılı heykele karıştı. Ay ışığının büyüsü, gümüşle altın arası bir renge dönüştürdü genç kızı. Yakut rengi şarap, önce kızın diline, ardından damağına iki damla göz yaşı gibi aktı.
O kadar temiz ve masumdu ki, insan dokunmak bir yana, gözlerini bile kısarak bakabilirdi. Hafif dalgalı kumral saçları, şimdi daha da açık bir renge bürünmüştü. Kaşları doğal ince bir hat çiziyordu yüzünde ve Mona Liza gibi, varla yok arasıydı. Burun delikleri yeni ayı andırıyor ve her nefes alışta, büyülü bir hale çiziyordu. Tüm bedeni ayva tüyü ile kaplıydı ve bu belli belirsiz tüyler sadece bazı yerlerde koyulaşıp, saç örgüsüne dönüşüyordu. Teni hala sıcak bir gümüş heykeli andırıyordu. Dudaklarının üstünde ve alnında, küçük damlacıklar oluşmuştu. Her nefes alışta gögüsleri canlanıyor, sonra tekrar iki yana akıyordu usulca.
Şimdi mevsimi değildi henüz. Yine de incir kokusu kapladı her yanını. Hani o, dışardan getirilip ekilen incirlerden değildi. Bu toprakların yerli incirinin kokusuydu bu. Bedenini saran koku, diline de bulaşır gibi oldu. Yemeden tadı ve kokusu seni esir alır. Değdiği her yerine bal damlar!
''Öyle duru ve ışıltılı ki tenin, bir sırrı olmalı bunun. Göğüslerinin orta yerinde hafif bir koyuluk var. İmza gibi. Nedir o!''
Kızın gözlerinden fışkıran ışık, uçuk pembe bir buluta dönüp gezindi yanaklarında. Henüz iki gündür tanıdığı ama, kendini bildi bileli yakınındaymış gibi sıcaklık beslediği adama sırrını vermekte bir sakınca görmedi. Hatta, gururu okşanır gibi oldu...