Bu eser, Tâhirü'l-Mevlevî'nin “şairlerin sultanı” Bâkî ile ilgili kaleme aldığı üç risaleyi bir araya getiriyor: Bâkî'nin Sünbül Kasidesi ve Şerhi, Bâkî'nin Kanûnî Süleyman Hakkındaki Mersiyesi ve Bâkî'ye Dair.
Mütevazı bir ailenin çocuğu ve serrâc çırağı iken şahsî gayreti ile kazaskerliğe kadar yükselen Bâkî'nin sanatının ve hayatının safhalarına şekil veren en önemli vasfı belki de sahip olduğu zekâsı ve Allah vergisi liyakatıydı. Bâkî açık tabiatlı, şuh, şen, zarif ve nüktedandı. Tabiatının bir diğer yönüne baktığımızda ise zekâsının mükâfatını ya da karşılığını gördüğüne ikna olamamış bir Bâkî ile karşılaşırız. Resmi mevkilere büyük önem vererek, bir memur ihtirasına kapılması, ömrünün sonunda da olsa mevki hırsından kurtulamaması da onun tabiatının bir parçasıydı.
Bâkî Hakkında Üç Risale, Tâhirü'l-Mevlevî'nin “Keşke eski eserleri anlayabilenler, anladıkları kadar anlatmaya çalışsalar” temennisinin kendisini tarafından gerçekleştirilme çabasıdır. Daha önceki risalelerinde de bilindiği kadar okunmayan ve anlaşılmayan şair ve şiirleri anlaşılır hale getirme çabası içerisinde olan Tâhirü'l-Mevlevî, toplum ve daha büyük ölçüde gençler ile Osmanlı devirlerinin sanat eserleri arasındaki bağın gittikçe zayıfladığını hatta kopma noktasına vardığını düşünür. “Çünkü daha birkaç sene geçince divanların mündericatı, gençlere karşı Dikilitaş'ın üstündeki hiyeroglif yazılar gibi görünecek ve onları anlayabilmek müsteşriklerin izahına ihtiyaç gösterecek”tir.
Bâkî, Osmanlı'nın “muhteşem” zamanlarında rebabından dökülen ilahî seslerle kulakları doldururken vefat ettiğinde kendisi için asıl sanat ve hayatın insanların hafızalarında sesinin ve mısralarının parıltılarının aksetmesi olduğunu düşünüyordu. Onun için “Bâkî kalan bu kubbede hoş bir sadâ” idi. Tâhirü'l-Mevlevî'nin bu üç risalesi “Pâdişâh-ı mülk-i suhan” Bâkî'nin “kubbede kalan hoş sadâ”sını çoğaltmak ve daha çok duyulmasını sağlamak çabası olarak da okunabilir.
Bu eser, Tâhirü'l-Mevlevî'nin “şairlerin sultanı” Bâkî ile ilgili kaleme aldığı üç risaleyi bir araya getiriyor: Bâkî'nin Sünbül Kasidesi ve Şerhi, Bâkî'nin Kanûnî Süleyman Hakkındaki Mersiyesi ve Bâkî'ye Dair.
Mütevazı bir ailenin çocuğu ve serrâc çırağı iken şahsî gayreti ile kazaskerliğe kadar yükselen Bâkî'nin sanatının ve hayatının safhalarına şekil veren en önemli vasfı belki de sahip olduğu zekâsı ve Allah vergisi liyakatıydı. Bâkî açık tabiatlı, şuh, şen, zarif ve nüktedandı. Tabiatının bir diğer yönüne baktığımızda ise zekâsının mükâfatını ya da karşılığını gördüğüne ikna olamamış bir Bâkî ile karşılaşırız. Resmi mevkilere büyük önem vererek, bir memur ihtirasına kapılması, ömrünün sonunda da olsa mevki hırsından kurtulamaması da onun tabiatının bir parçasıydı.
Bâkî Hakkında Üç Risale, Tâhirü'l-Mevlevî'nin “Keşke eski eserleri anlayabilenler, anladıkları kadar anlatmaya çalışsalar” temennisinin kendisini tarafından gerçekleştirilme çabasıdır. Daha önceki risalelerinde de bilindiği kadar okunmayan ve anlaşılmayan şair ve şiirleri anlaşılır hale getirme çabası içerisinde olan Tâhirü'l-Mevlevî, toplum ve daha büyük ölçüde gençler ile Osmanlı devirlerinin sanat eserleri arasındaki bağın gittikçe zayıfladığını hatta kopma noktasına vardığını düşünür. “Çünkü daha birkaç sene geçince divanların mündericatı, gençlere karşı Dikilitaş'ın üstündeki hiyeroglif yazılar gibi görünecek ve onları anlayabilmek müsteşriklerin izahına ihtiyaç gösterecek”tir.
Bâkî, Osmanlı'nın “muhteşem” zamanlarında rebabından dökülen ilahî seslerle kulakları doldururken vefat ettiğinde kendisi için asıl sanat ve hayatın insanların hafızalarında sesinin ve mısralarının parıltılarının aksetmesi olduğunu düşünüyordu. Onun için “Bâkî kalan bu kubbede hoş bir sadâ” idi. Tâhirü'l-Mevlevî'nin bu üç risalesi “Pâdişâh-ı mülk-i suhan” Bâkî'nin “kubbede kalan hoş sadâ”sını çoğaltmak ve daha çok duyulmasını sağlamak çabası olarak da okunabilir.