Gerçeklik sadece sinemanın değil, bütün sanat dallarının tartışmalı konularından biri olagelmiştir. Bu tartışmanın temelinde; sanatın bir taklit, sanatçının ise bir taklit ustası olduğu düşüncesi yatmaktadır. Bunun da ötesinde, postmodern bir dünyada sanattaki gerçeklikten önce gündelik yaşamdaki gerçeklik dahi sorgulanmaya muhtaç hale gelmiştir. Bu nedenle gerçeklik kavramının her geçen gün daha da esnek bir anlamı ifade ettiğinin altını çizmek gerekmektedir.
Özellikle bu çalışmanın konusu olan sinema söz konusu olduğunda, gerçekliğin artık sığdırılabilecek bir kalıbı dahi kalmadığı söylenebilir. Ama tüm gelişmelere rağmen sinema sanatının icadından itibaren imgesel filmlerle kıyaslandığında izleyici algısında belgesel filmler daha gerçektir, çünkü belgesel filmlerin, gerçek insanlar ve olgular üzerine kurulu olduğu kabul edilir. Belgeseller konusunu her ne kadar gerçek olandan alıyor olsa da ortaya çıkan filmlerde arı bir gerçeklik olması mümkün değildir. Her şeyden önce belgesel sinema bir sanattır ve her sanatta olduğu gibi ortada bir sanatçı vardır. Sanatçının olduğu bir yerde de yorumun olması kaçınılmazdır.
Bir eseri analiz ederken o eserin bir yorum olduğunun ön kabulüyle başlamak ise peşinden gidilmesi gerekenin gerçek değil, gerçeklik arayışı olduğunu gösterecektir. Ele alınan eser bir film, sanatçı da yönetmen olduğunda bu arayışın okunabileceği yer ise eserin biçimidir. Filmlerin biçimini oluşturan birçok değişken vardır, ama görsel anlamda biçimi en bütünlüklü temsil eden kavram sinematografidir. Bu kitapta da Türk belgesel sinema tarihinin öncü isimlerinden Suha Arın'ın gerçeklik arayışı işlenmiştir. Filmlerinde her zaman gerçekliği önceleyen Arın, özellikle sinematografik öğelerle bu kaygısını görselleştirme çabasında olmuştur. Belgesel sinemanın tarihine de değinen bu kitap hem genel anlamda belgesel sinemaya hem de Türk sinemasına sayısız katkısı bulunan Suha Arın'a hak ettiği değeri bir nebze de olsa vermeyi amaçlamaktadır.
Gerçeklik sadece sinemanın değil, bütün sanat dallarının tartışmalı konularından biri olagelmiştir. Bu tartışmanın temelinde; sanatın bir taklit, sanatçının ise bir taklit ustası olduğu düşüncesi yatmaktadır. Bunun da ötesinde, postmodern bir dünyada sanattaki gerçeklikten önce gündelik yaşamdaki gerçeklik dahi sorgulanmaya muhtaç hale gelmiştir. Bu nedenle gerçeklik kavramının her geçen gün daha da esnek bir anlamı ifade ettiğinin altını çizmek gerekmektedir.
Özellikle bu çalışmanın konusu olan sinema söz konusu olduğunda, gerçekliğin artık sığdırılabilecek bir kalıbı dahi kalmadığı söylenebilir. Ama tüm gelişmelere rağmen sinema sanatının icadından itibaren imgesel filmlerle kıyaslandığında izleyici algısında belgesel filmler daha gerçektir, çünkü belgesel filmlerin, gerçek insanlar ve olgular üzerine kurulu olduğu kabul edilir. Belgeseller konusunu her ne kadar gerçek olandan alıyor olsa da ortaya çıkan filmlerde arı bir gerçeklik olması mümkün değildir. Her şeyden önce belgesel sinema bir sanattır ve her sanatta olduğu gibi ortada bir sanatçı vardır. Sanatçının olduğu bir yerde de yorumun olması kaçınılmazdır.
Bir eseri analiz ederken o eserin bir yorum olduğunun ön kabulüyle başlamak ise peşinden gidilmesi gerekenin gerçek değil, gerçeklik arayışı olduğunu gösterecektir. Ele alınan eser bir film, sanatçı da yönetmen olduğunda bu arayışın okunabileceği yer ise eserin biçimidir. Filmlerin biçimini oluşturan birçok değişken vardır, ama görsel anlamda biçimi en bütünlüklü temsil eden kavram sinematografidir. Bu kitapta da Türk belgesel sinema tarihinin öncü isimlerinden Suha Arın'ın gerçeklik arayışı işlenmiştir. Filmlerinde her zaman gerçekliği önceleyen Arın, özellikle sinematografik öğelerle bu kaygısını görselleştirme çabasında olmuştur. Belgesel sinemanın tarihine de değinen bu kitap hem genel anlamda belgesel sinemaya hem de Türk sinemasına sayısız katkısı bulunan Suha Arın'a hak ettiği değeri bir nebze de olsa vermeyi amaçlamaktadır.