Fen edebiyat fakültesinin arka kısmında bulunan amfinin basamaklarında oturmuşlardı Senem'le birlikte. Ders arası olduğundan kampüsün önünde grup grup kümelenmişti insanlar. Kimisi kampüsün önünde açılan kitap standına doğru yürürken, kimisi de içeride öğretim görevlisinin yarıda bıraktığı dersi dışarıya taşırarak hummalı bir tartışmaya koyulmuştu. Birkaç kişi de sıcak havanın kasvetinden ve bunaltıcılığından kurtulmak amacıyla ladin tarzı kesilmiş çam ağaçlarının gölgesine sığınmış, çimlerin gölgesinde yarı uzanmış vaziyette oturmuştu. Ders çıkışı Senem ağlamaklı gözlerle karşısına dikilmiş, “Konuşmamız gerek.” diyerek ısrarlı bakışlarını üzerine dikmişti. “Okul çıkışı konuşsak olmaz mı?” diye sormasıyla Senem, “Hayır şimdi” diye üsteleyince, fakültenin arka tarafına düşen amfiye doğru yürümüşlerdi. Yunan stili mimari yapılı amfinin basamaklarına oturmuş, Senem'e bakıyordu şimdi. Senem bir şeyler anlatıyordu ona… Gözlerini Senem'e çevirmiş kâh alnına düşen saçlarına, kâh aralanan dudaklarının arasındaki düzgün simetrik görünümlü beyaz dişlerine bakıyordu. Senem'in gözlerinden akan yaşlar yanaklarından aşağıya süzülüyordu. Ağlamaktan pembeleşmiş yüzü gözyaşlarıyla ıslanmış, eliyle silmeye çalıştığı ıslaklık göz kapaklarının değmesinden dudak üçgenine, elmacık çıkıntısından yanağına yayılmış, yüzüne pespembe bir görünüm vermişti. Üzüldüğü anlarında “Omega Melankolisi” olarak tanımlanan alnında, burun kökünün üzerinde beliren kırışıklık ve gözlerindeki melankolik ifade ile Rojhat'a bakıyordu. Uzaktan uğuldayan helikopter sesiyle birdenbire uyandı Rojhat.
Fen edebiyat fakültesinin arka kısmında bulunan amfinin basamaklarında oturmuşlardı Senem'le birlikte. Ders arası olduğundan kampüsün önünde grup grup kümelenmişti insanlar. Kimisi kampüsün önünde açılan kitap standına doğru yürürken, kimisi de içeride öğretim görevlisinin yarıda bıraktığı dersi dışarıya taşırarak hummalı bir tartışmaya koyulmuştu. Birkaç kişi de sıcak havanın kasvetinden ve bunaltıcılığından kurtulmak amacıyla ladin tarzı kesilmiş çam ağaçlarının gölgesine sığınmış, çimlerin gölgesinde yarı uzanmış vaziyette oturmuştu. Ders çıkışı Senem ağlamaklı gözlerle karşısına dikilmiş, “Konuşmamız gerek.” diyerek ısrarlı bakışlarını üzerine dikmişti. “Okul çıkışı konuşsak olmaz mı?” diye sormasıyla Senem, “Hayır şimdi” diye üsteleyince, fakültenin arka tarafına düşen amfiye doğru yürümüşlerdi. Yunan stili mimari yapılı amfinin basamaklarına oturmuş, Senem'e bakıyordu şimdi. Senem bir şeyler anlatıyordu ona… Gözlerini Senem'e çevirmiş kâh alnına düşen saçlarına, kâh aralanan dudaklarının arasındaki düzgün simetrik görünümlü beyaz dişlerine bakıyordu. Senem'in gözlerinden akan yaşlar yanaklarından aşağıya süzülüyordu. Ağlamaktan pembeleşmiş yüzü gözyaşlarıyla ıslanmış, eliyle silmeye çalıştığı ıslaklık göz kapaklarının değmesinden dudak üçgenine, elmacık çıkıntısından yanağına yayılmış, yüzüne pespembe bir görünüm vermişti. Üzüldüğü anlarında “Omega Melankolisi” olarak tanımlanan alnında, burun kökünün üzerinde beliren kırışıklık ve gözlerindeki melankolik ifade ile Rojhat'a bakıyordu. Uzaktan uğuldayan helikopter sesiyle birdenbire uyandı Rojhat.