Hayatım boyunca, “Sen kimsin, bir türlü çözemedim.” sorusuyla karşılaşıp durdum. Soruyu soran, sanırsın ki, kendini ve tüm dünyayı çözmüş, geriye bir ben kalmışım.
Bu dünyayı cehenneme çevirenlerin cennet arayışında olduğu, hayatı zindana dönüştürenlerin demokrasi ve özgürlük çığlıkları attığı, aptal oldukları halde akıllı geçinenlerin olduğu bir dünyada deli olmak en iyisi…
Sömürge toplumlarının kendine münhasır kişilikleri yoktur. Onlara çizilen sınırlar vardır, o alanlar içinde dönüp dolaşırlar. Her biri kendisine çizilen sınırların keskin bir muhafızıdır. Bu, bazen din, millet veya ideoloji olur. Barınacak bir evi yokken, vatan için ölmeye ve öldürmeye hazırdır. “Bunu nerden biliyorsun?” diye soranlara, “Kendimi akıllı sandığım zamanlardan biliyorum.” derim. Kendimi bile kurtarma yaşına gelememişken, özgür bir vatan için savaşıp durdum…
Açmazlarımızın kökeni derinlerde, çocukluğumuzdadır. Baba gardiyan, ana yardımcısıdır. Baba otorite yani kötü polis rolünü oynarken, anne iyi polis rolünü oynayarak çocuğa şekil verir. Çocuk, çubuğa bağlanmış fil misali terbiye edilir. Kabile, millet, din, ideoloji sınırları içinde birey teslim alınır.
Bu duruma şaşırdığımı söyleyemem. Fil küçükken, bir ağaca bağlanmış, teslimiyet süreci tamamlanmıştır. Sonraki zamanlarda fil artık ipi koparamayacağını düşünerek uğraşmaz.
Devlet bu zemin üstünde kendisini şekillendirir ve topluma yeniden biçim verir. En tepeye çıkarılmış köleler firavunlaşır. Yönetici evdeki babasını taklit eder. Benim gibi deli taylar, hapishane, işkence, ceza gibi yöntemlerle terbiye edilmeye çalışılır. Bunu başaramadığı andan itibaren, kişiyi bir biçimiyle imha etmek için bin bir yönteme başvururlar.
Bu sınırların içine bir türlü hapsolmayanlar, özgür düşüncelilerdir. Hiç bir fikir veya sistem, delileri bir türlü kontrol altına alamaz. O halde ben kimim sorusuna vereceğim cevap, “Ben bir deliyim.”dir.
Hayatım boyunca, “Sen kimsin, bir türlü çözemedim.” sorusuyla karşılaşıp durdum. Soruyu soran, sanırsın ki, kendini ve tüm dünyayı çözmüş, geriye bir ben kalmışım.
Bu dünyayı cehenneme çevirenlerin cennet arayışında olduğu, hayatı zindana dönüştürenlerin demokrasi ve özgürlük çığlıkları attığı, aptal oldukları halde akıllı geçinenlerin olduğu bir dünyada deli olmak en iyisi…
Sömürge toplumlarının kendine münhasır kişilikleri yoktur. Onlara çizilen sınırlar vardır, o alanlar içinde dönüp dolaşırlar. Her biri kendisine çizilen sınırların keskin bir muhafızıdır. Bu, bazen din, millet veya ideoloji olur. Barınacak bir evi yokken, vatan için ölmeye ve öldürmeye hazırdır. “Bunu nerden biliyorsun?” diye soranlara, “Kendimi akıllı sandığım zamanlardan biliyorum.” derim. Kendimi bile kurtarma yaşına gelememişken, özgür bir vatan için savaşıp durdum…
Açmazlarımızın kökeni derinlerde, çocukluğumuzdadır. Baba gardiyan, ana yardımcısıdır. Baba otorite yani kötü polis rolünü oynarken, anne iyi polis rolünü oynayarak çocuğa şekil verir. Çocuk, çubuğa bağlanmış fil misali terbiye edilir. Kabile, millet, din, ideoloji sınırları içinde birey teslim alınır.
Bu duruma şaşırdığımı söyleyemem. Fil küçükken, bir ağaca bağlanmış, teslimiyet süreci tamamlanmıştır. Sonraki zamanlarda fil artık ipi koparamayacağını düşünerek uğraşmaz.
Devlet bu zemin üstünde kendisini şekillendirir ve topluma yeniden biçim verir. En tepeye çıkarılmış köleler firavunlaşır. Yönetici evdeki babasını taklit eder. Benim gibi deli taylar, hapishane, işkence, ceza gibi yöntemlerle terbiye edilmeye çalışılır. Bunu başaramadığı andan itibaren, kişiyi bir biçimiyle imha etmek için bin bir yönteme başvururlar.
Bu sınırların içine bir türlü hapsolmayanlar, özgür düşüncelilerdir. Hiç bir fikir veya sistem, delileri bir türlü kontrol altına alamaz. O halde ben kimim sorusuna vereceğim cevap, “Ben bir deliyim.”dir.