1971 Nisanının son günlerine girdiğimizde, ılık bahar havası İstanbul'u iyice sarmıştı. uzun süren kışın güneşsiz, bulutlarla kaplı ayları artık geride kalmıştı. Bahar hızla yaklaşıyordu, ama Türkiye'de herkes huzursuzdu. Birtakım toplumsal kaynaşmalar, dur durak bilmiyor, işin sonunun nereye varacağı kestirilemiyordu. Tedirgindi herkes. Özellikle aydın kesimin tedirginliği daha da çoktu. Çünkü bu işin sonunda aydınların zarar göreceği, Nihat Erim'in Başbakan olarak gelişinden belliydi.
Mayıs ayı başlarken 'dar boğaz'ın sıkıntıları başladı. Bazı özgürlükler kısıldı. Sıkıyönetim'in gerekleri uygulanmaya başlandı. Böyle bir atmosferde ne çağrı bekliyordum, ne de dış gezi düşünüyordum. Kendi köşemde edebiyat çalışmalarımı sürdürüyordum. Bunun sonucu olarak 1971 sonunda ya da 1972'de bir şiir kitabı ile bir öykü kitabı yayımlamak gereği vardı içimde.
Nisan sonunda, Sovyet Yazarlar Birliği'nin çağrısı gelince doğrusu ilkin kararsızlığa sürüklendim. Bazı arkadaşlarım “sakın gitme“ diyorlardı. İlk bakışta, böyle bir ortamda, sosyalist bir ülkeye gitmek, onlara sakıncalı gibi görünüyordu. Ve “sakın gitme“ diyen arkadaşlarım, bunu bir takım ön yargılarla söylüyorlardı. Uzun baskı yıllarının belleklerde bıraktığı “kalıplaşmış yargılar“dı bunlar. Yabancı bir ülkeye gitmek, suç işlemek değildi. Böyle bir saplantım ya da kurgum olmadığına göre, kendi kendime “gidebilirim“ diyordum. Bir bölük arkadaşım da “git, hiçbir sakınca yok“ diyorlardı.
Sonunda karar verdim, gidecektim. Eşim de bana katılıyordu: “Mademki bir çağrı var, normal pasaport da verildiğine göre gitmelisin. Hatta ben de birlikte gelmek isterim.“ diyordu.
1971 Nisanının son günlerine girdiğimizde, ılık bahar havası İstanbul'u iyice sarmıştı. uzun süren kışın güneşsiz, bulutlarla kaplı ayları artık geride kalmıştı. Bahar hızla yaklaşıyordu, ama Türkiye'de herkes huzursuzdu. Birtakım toplumsal kaynaşmalar, dur durak bilmiyor, işin sonunun nereye varacağı kestirilemiyordu. Tedirgindi herkes. Özellikle aydın kesimin tedirginliği daha da çoktu. Çünkü bu işin sonunda aydınların zarar göreceği, Nihat Erim'in Başbakan olarak gelişinden belliydi.
Mayıs ayı başlarken 'dar boğaz'ın sıkıntıları başladı. Bazı özgürlükler kısıldı. Sıkıyönetim'in gerekleri uygulanmaya başlandı. Böyle bir atmosferde ne çağrı bekliyordum, ne de dış gezi düşünüyordum. Kendi köşemde edebiyat çalışmalarımı sürdürüyordum. Bunun sonucu olarak 1971 sonunda ya da 1972'de bir şiir kitabı ile bir öykü kitabı yayımlamak gereği vardı içimde.
Nisan sonunda, Sovyet Yazarlar Birliği'nin çağrısı gelince doğrusu ilkin kararsızlığa sürüklendim. Bazı arkadaşlarım “sakın gitme“ diyorlardı. İlk bakışta, böyle bir ortamda, sosyalist bir ülkeye gitmek, onlara sakıncalı gibi görünüyordu. Ve “sakın gitme“ diyen arkadaşlarım, bunu bir takım ön yargılarla söylüyorlardı. Uzun baskı yıllarının belleklerde bıraktığı “kalıplaşmış yargılar“dı bunlar. Yabancı bir ülkeye gitmek, suç işlemek değildi. Böyle bir saplantım ya da kurgum olmadığına göre, kendi kendime “gidebilirim“ diyordum. Bir bölük arkadaşım da “git, hiçbir sakınca yok“ diyorlardı.
Sonunda karar verdim, gidecektim. Eşim de bana katılıyordu: “Mademki bir çağrı var, normal pasaport da verildiğine göre gitmelisin. Hatta ben de birlikte gelmek isterim.“ diyordu.