Aynı deniz kıyısında çekilmiş değişik insan fotoğrafları... Deniz kıyısı hep aynı deniz kıyısı, ama kişiler birbirinden hep değişik... Adına 'dünya' dediğimiz yer yuvarlağı da hep aynı yer yuvarlağı, ama üstünden gelip geçenlerin hayat serüvenleri hep değişik...
Bu serüvenlerin birbirinden kesinlikle değişik olmasına karşın, yine de birbirine az çok benzeyenleri yok mu? Örneğin aynı yaşlarda vurulup ölmüş askerler gibi; aynı yaşlarda sevdalanmış genç kızlarla delikanlılar gibi; aynı mesleklerden hayatlarını kazanmaya uğraşanlar gibi... Aynı deniz kıyısında çekilmiş hem birbirinden değişik, hem birbirine benzer insan fotoğrafları...
Ancak hayat serüvenlerindeki benzerlikle değişkenliğin birbirine sarılarak oynadığı valsleri, ayrı bir boyuttan görüntülemeye kalktığımızda karşımıza önce albenili vitrinler, ramp ışıkları yanmış sahneler, kahkahalı gözalıcı lokanta sofraları çıkıyor...
Kamerayı ilk bakışta görünmeyen gizli derinliklerine doğru götürdüğümüzde tozlu karanlık depolarla ardiyeler, binbir karmaşanın sallapatiliğindeki kulisler, ocak ateşlerinin cehennemindeki mutfaklar, beyazla siyah zıtlığının şaşırtmacılığını kervanlaştırıyor ufuksuz bir boşluğa doğru...
'Bir Levrek İskeleti' romanı böyle bir kamera işte... Hayat serüvenlerindeki benzerlikle değişkenliğin, birbirine sarılarak oynadığı bir valste bazen hangi kuytularda döndüğünü anlatıyor.
Aynı deniz kıyısında çekilmiş değişik insan fotoğrafları... Deniz kıyısı hep aynı deniz kıyısı, ama kişiler birbirinden hep değişik... Adına 'dünya' dediğimiz yer yuvarlağı da hep aynı yer yuvarlağı, ama üstünden gelip geçenlerin hayat serüvenleri hep değişik...
Bu serüvenlerin birbirinden kesinlikle değişik olmasına karşın, yine de birbirine az çok benzeyenleri yok mu? Örneğin aynı yaşlarda vurulup ölmüş askerler gibi; aynı yaşlarda sevdalanmış genç kızlarla delikanlılar gibi; aynı mesleklerden hayatlarını kazanmaya uğraşanlar gibi... Aynı deniz kıyısında çekilmiş hem birbirinden değişik, hem birbirine benzer insan fotoğrafları...
Ancak hayat serüvenlerindeki benzerlikle değişkenliğin birbirine sarılarak oynadığı valsleri, ayrı bir boyuttan görüntülemeye kalktığımızda karşımıza önce albenili vitrinler, ramp ışıkları yanmış sahneler, kahkahalı gözalıcı lokanta sofraları çıkıyor...
Kamerayı ilk bakışta görünmeyen gizli derinliklerine doğru götürdüğümüzde tozlu karanlık depolarla ardiyeler, binbir karmaşanın sallapatiliğindeki kulisler, ocak ateşlerinin cehennemindeki mutfaklar, beyazla siyah zıtlığının şaşırtmacılığını kervanlaştırıyor ufuksuz bir boşluğa doğru...
'Bir Levrek İskeleti' romanı böyle bir kamera işte... Hayat serüvenlerindeki benzerlikle değişkenliğin, birbirine sarılarak oynadığı bir valste bazen hangi kuytularda döndüğünü anlatıyor.