Yoksul mu yoksul, susuz mu susuz bir köyün yanıbaşında büyük ve bakımlı bir bahçe uzanıyordu. Bol meyve ağacı, gürül gürül akan bir suyu vardı bu bahçenin. Öyle geniş, öyle genişti ki, bir ucundan öbür ucuna dürbünle baksanız bile göremezdiniz.
Birkaç yıl önce köyün ağası toprakları parselleyip köylülere satmış, bu bahçeyi de kendine ayırmıştı. Satılan yerler ağaçsız, susuz, taşlı ve kayalı bir yamaçtaydı. Köylüler buralara arpa ve buğday ekerlerdi.
Neyse, biz öykümüze dönelim...
Biri büyük, öteki daha küçük iki şeftali ağacı vardı bahçede. Yaprakları ve çiçekleri birbirinin eşi bir türden oldukları ilk bakışta anlaşılırdı...
Yoksul mu yoksul, susuz mu susuz bir köyün yanıbaşında büyük ve bakımlı bir bahçe uzanıyordu. Bol meyve ağacı, gürül gürül akan bir suyu vardı bu bahçenin. Öyle geniş, öyle genişti ki, bir ucundan öbür ucuna dürbünle baksanız bile göremezdiniz.
Birkaç yıl önce köyün ağası toprakları parselleyip köylülere satmış, bu bahçeyi de kendine ayırmıştı. Satılan yerler ağaçsız, susuz, taşlı ve kayalı bir yamaçtaydı. Köylüler buralara arpa ve buğday ekerlerdi.
Neyse, biz öykümüze dönelim...
Biri büyük, öteki daha küçük iki şeftali ağacı vardı bahçede. Yaprakları ve çiçekleri birbirinin eşi bir türden oldukları ilk bakışta anlaşılırdı...