Yoksul, tozlu bir köyün kenarında kocaman, bol sulanmış bir bağ varmış, içinde de çeşit çeşit meyve ağaçları. Bağ o kadar büyükmüş ve içinde o kadar çok ağaç varmış ki, bir ucundan bakıldığında öteki ucu görünmüyormuş, hatta dürbünle bakılsa bile. Bu bağda iki şeftali ağacı varmış, biri ötekinden daha körpe ve daha ufakmış.
Büyük ağaç her yıl güzel, iri, pembe şeftaliler verirmiş, insanın eline sığmazmış bu şeftaliler. Öyle güzelmişler ki insan yemeye kıyamazmış onları. Ağaçlardan küçük olanında her yıl bin tane çiçek açarmış ama bir tek şeftlali bile yetişmezmiş üzerinde. Ya çiçekleri dökülürmüş, ya da ham şeftaliler kuruyup dallardan düşermiş. Bahçıvan küçük ağaç için elinden geleni yapmış ama değişen bir şey olmamış. Sonra bir gün...
Yoksul, tozlu bir köyün kenarında kocaman, bol sulanmış bir bağ varmış, içinde de çeşit çeşit meyve ağaçları. Bağ o kadar büyükmüş ve içinde o kadar çok ağaç varmış ki, bir ucundan bakıldığında öteki ucu görünmüyormuş, hatta dürbünle bakılsa bile. Bu bağda iki şeftali ağacı varmış, biri ötekinden daha körpe ve daha ufakmış.
Büyük ağaç her yıl güzel, iri, pembe şeftaliler verirmiş, insanın eline sığmazmış bu şeftaliler. Öyle güzelmişler ki insan yemeye kıyamazmış onları. Ağaçlardan küçük olanında her yıl bin tane çiçek açarmış ama bir tek şeftlali bile yetişmezmiş üzerinde. Ya çiçekleri dökülürmüş, ya da ham şeftaliler kuruyup dallardan düşermiş. Bahçıvan küçük ağaç için elinden geleni yapmış ama değişen bir şey olmamış. Sonra bir gün...