“Pera, bilindiği gibi Beyoğlu'nun bilinen ilk adıdır. Bu ad, İstanbul coğrafyasında Haliç ve tarihi yarımada karşısında yer aldığı için, eski Yunanca'da 'karşı yaka' anlamında kullanılan 'pera'dan gelmektedir. Bölgenin 'Beyoğlu'adını almasının altında ise iki ayrı öykü yatar. Biri, Fatih döneminde Pontoslu bir soylunun Müslümanlığı kabul ederek bu yöreye yerleşmesi, diğeri ise Kanuni döneminin Venedik elçisi Andrea Gritti'nin oğlu Luigi Gritti'nin Taksim dolaylarında yaptırdığı konakta oturmasıdır.
İnandığım tek şey insanların doğup büyüdükleri kentin semt ve sokaklarına, dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar yaşam boyu belleklerinde özlemle yer vermeleriydi. Olumlu ya da olumsuz koşullarıyla sanki yeryüzünde benzeri yokmuş gibi duyumsanan bu özlem yaşamın diğer konularına benzemiyordu.
Oysa Beyoğlu bunun tam aksi bir Batı modeliydi. Binaları, dinî yapıları; alışveriş ve yeme içme mekânları; sinemaları, tiyatroları; farklı kültür ve dinlerce mensup insanlarıyla yalnız İstanbul'da değil, Türkiye'de eşi olmayan bir semtti. İşte biz çocuk gözüyle Batılı anlamda kent yaşamını bu ortamda yaşayarak öğreniyorduk.
Zaman içinde ve gözlerimizin önünde Beyoğlu yaşam özelliklerini ve insan dokusunu değiştirdi. Kent bir yandan modernleşirken, diğer yandan çarpık ve kötü bir büyüme sürecine girdi. Hele 1970'ler sonrasında bizim çocukluğumuzu anımsatacak pek bir şey kalmadı.
Üzülerek bu kötü değişime tanıklık ettik.
Önünden geçtiğim bakımsız, birbirinden değerli mimari yapılar, tarih süreçlerinde ne tür yaşamlara mekan olmuşlar, ne tür insanları barındırmışlardı diye merak ettim.“
“Pera, bilindiği gibi Beyoğlu'nun bilinen ilk adıdır. Bu ad, İstanbul coğrafyasında Haliç ve tarihi yarımada karşısında yer aldığı için, eski Yunanca'da 'karşı yaka' anlamında kullanılan 'pera'dan gelmektedir. Bölgenin 'Beyoğlu'adını almasının altında ise iki ayrı öykü yatar. Biri, Fatih döneminde Pontoslu bir soylunun Müslümanlığı kabul ederek bu yöreye yerleşmesi, diğeri ise Kanuni döneminin Venedik elçisi Andrea Gritti'nin oğlu Luigi Gritti'nin Taksim dolaylarında yaptırdığı konakta oturmasıdır.
İnandığım tek şey insanların doğup büyüdükleri kentin semt ve sokaklarına, dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar yaşam boyu belleklerinde özlemle yer vermeleriydi. Olumlu ya da olumsuz koşullarıyla sanki yeryüzünde benzeri yokmuş gibi duyumsanan bu özlem yaşamın diğer konularına benzemiyordu.
Oysa Beyoğlu bunun tam aksi bir Batı modeliydi. Binaları, dinî yapıları; alışveriş ve yeme içme mekânları; sinemaları, tiyatroları; farklı kültür ve dinlerce mensup insanlarıyla yalnız İstanbul'da değil, Türkiye'de eşi olmayan bir semtti. İşte biz çocuk gözüyle Batılı anlamda kent yaşamını bu ortamda yaşayarak öğreniyorduk.
Zaman içinde ve gözlerimizin önünde Beyoğlu yaşam özelliklerini ve insan dokusunu değiştirdi. Kent bir yandan modernleşirken, diğer yandan çarpık ve kötü bir büyüme sürecine girdi. Hele 1970'ler sonrasında bizim çocukluğumuzu anımsatacak pek bir şey kalmadı.
Üzülerek bu kötü değişime tanıklık ettik.
Önünden geçtiğim bakımsız, birbirinden değerli mimari yapılar, tarih süreçlerinde ne tür yaşamlara mekan olmuşlar, ne tür insanları barındırmışlardı diye merak ettim.“