21. Yüzyıl'ın ilk on yılı Türkiye'de Avrupa Birliği'ne katılım sürecindeki ilerlemelerle demokratik hak ve özgürlüklerin genişlediği, hukukun üstünlüğünün yerleştiği ve yakalanan makroekonomik istikrarla da sosyal refahın arttığı verimli bir dönem olmuştur. Bu dönemde Türkiye başarılı bir şekilde uyguladığı çok boyutlu dış politika ile dünya genelinde itibar kazanmış, yakın çevresindeki bölgesel sorunların çözümünde daha etkin biçimde rol oynamaya çalışmıştır.
Türk dış politikasının yüzyılın ilk on yılındaki başarılı çizgisi, ikinci on yılda başta Orta Doğu olmak üzere yakın çevredeki gelişmelerle birlikte farklı bir seyir takip etmeye başlamıştır. Mavi Marmara krizi neticesinde İsrail'le bozulan ilişkiler ve Türkiye'nin İran'ın nükleer programıyla ilgili Batılı müttefiklerinin hassasiyetlerini paylaşmadığı yönünde oluşan izlenim dış politikanın değişen seyrini görünür kılmıştır. Türk karar mercileri, ABD'nin Irak'tan çekilmesi ve Arap dünyasında 2011 yılında başlayan ayaklanmalarla birlikte özellikle Orta Doğu'daki gelişmelerle ilgili yüksek bir özgüvenle değerlendirmeler yapmış, bölgedeki değişim sürecine Müslüman Kardeşler üzerinden yön vermeyi hedeflemiştir. Rusya ve Çin'le ilişkilere romantik yaklaşımın öne çıktığı, Batılı devletlerin Orta Doğu'daki etkisinin kısmen göz ardı edildiği, bölgesel güç ve küresel aktör söylemlerinin ağırlık kazandığı bu dönemde Orta Doğu'da milli imkan ve kabiliyetlerin ötesinde hedefler tayin edildiği ve Türk dış politikasındaki güç-çıkar-politika ahenginin bozulmaya başladığı gözlemlenmiştir.
Doğu Akdeniz'de ve Kıbrıs meselesinde yalnızlaşma, Suriye'de rejim değişimine endeksli politikanın çıkmaza girmesi, Irak'ta merkezi yönetimle kopma noktasına gelen ilişkiler, Ermenistan'la normalleşme girişiminin başarısız olması, Ukrayna kriziyle birlikte Karadeniz'deki güç dengesinin Türkiye aleyhine değişmesi, Rusya ile uçak krizinin ardından tırmanan gerilim ve Ege'de Yunanistan'la devam eden çözümsüzlük yakın çevredeki sorunların Türk dış politikasının temel öncelikleri haline geldiğini göstermektedir. Kuzeyde Rusya'nın güneyde İran'ın etki alanını genişlettiği bu konjonktürde Türkiye'nin yakın çevresindeki sorunları doğru okuması, bu sorunlar çerçevesinde gerçekçi risk analizleri ve isabetli politikalar geliştirmesi ve Avrupa-Atlantik güvenlik sistemindeki konumunu değerlendirmesi önem arz etmektedir.
21. Yüzyıl'ın ilk on yılı Türkiye'de Avrupa Birliği'ne katılım sürecindeki ilerlemelerle demokratik hak ve özgürlüklerin genişlediği, hukukun üstünlüğünün yerleştiği ve yakalanan makroekonomik istikrarla da sosyal refahın arttığı verimli bir dönem olmuştur. Bu dönemde Türkiye başarılı bir şekilde uyguladığı çok boyutlu dış politika ile dünya genelinde itibar kazanmış, yakın çevresindeki bölgesel sorunların çözümünde daha etkin biçimde rol oynamaya çalışmıştır.
Türk dış politikasının yüzyılın ilk on yılındaki başarılı çizgisi, ikinci on yılda başta Orta Doğu olmak üzere yakın çevredeki gelişmelerle birlikte farklı bir seyir takip etmeye başlamıştır. Mavi Marmara krizi neticesinde İsrail'le bozulan ilişkiler ve Türkiye'nin İran'ın nükleer programıyla ilgili Batılı müttefiklerinin hassasiyetlerini paylaşmadığı yönünde oluşan izlenim dış politikanın değişen seyrini görünür kılmıştır. Türk karar mercileri, ABD'nin Irak'tan çekilmesi ve Arap dünyasında 2011 yılında başlayan ayaklanmalarla birlikte özellikle Orta Doğu'daki gelişmelerle ilgili yüksek bir özgüvenle değerlendirmeler yapmış, bölgedeki değişim sürecine Müslüman Kardeşler üzerinden yön vermeyi hedeflemiştir. Rusya ve Çin'le ilişkilere romantik yaklaşımın öne çıktığı, Batılı devletlerin Orta Doğu'daki etkisinin kısmen göz ardı edildiği, bölgesel güç ve küresel aktör söylemlerinin ağırlık kazandığı bu dönemde Orta Doğu'da milli imkan ve kabiliyetlerin ötesinde hedefler tayin edildiği ve Türk dış politikasındaki güç-çıkar-politika ahenginin bozulmaya başladığı gözlemlenmiştir.
Doğu Akdeniz'de ve Kıbrıs meselesinde yalnızlaşma, Suriye'de rejim değişimine endeksli politikanın çıkmaza girmesi, Irak'ta merkezi yönetimle kopma noktasına gelen ilişkiler, Ermenistan'la normalleşme girişiminin başarısız olması, Ukrayna kriziyle birlikte Karadeniz'deki güç dengesinin Türkiye aleyhine değişmesi, Rusya ile uçak krizinin ardından tırmanan gerilim ve Ege'de Yunanistan'la devam eden çözümsüzlük yakın çevredeki sorunların Türk dış politikasının temel öncelikleri haline geldiğini göstermektedir. Kuzeyde Rusya'nın güneyde İran'ın etki alanını genişlettiği bu konjonktürde Türkiye'nin yakın çevresindeki sorunları doğru okuması, bu sorunlar çerçevesinde gerçekçi risk analizleri ve isabetli politikalar geliştirmesi ve Avrupa-Atlantik güvenlik sistemindeki konumunu değerlendirmesi önem arz etmektedir.