Bana göre sol, akıl ve vicdanın birleşimidir. Bu kadar. Hem Yalçın Küçük hem Bukowski'nin bu noktada birleştiğine inanıyorum. Benim Yalçın Küçük'ten kısmen ayrıldığım nokta solculuğun illaki Marksizm olmadığı yönündedir. Ancak bu ayrımda bir nokta önemli: Kendisini “sol” olarak tarif eden her kişi Marksizm'e ulaşmış olmalıdır. Yeni bir düzen istemeyen kişiye “solcu” diyemeyiz. Ancak kendini “sol” olarak tanımlamayan kişiler -ki Bukowski bu kategoridedir- Marksizmden kendilerini uzak tutabilir. Bu çalışmamda ben bir bakıma Bukowski'ye rağmen onu “sol” içine yerleştiriyorum. Kuşkusuz bütünüyle değil. Hiç kimse kapitalist bir düzen içinde bütünüyle “sol” değildir. Ancak bu durumun ahlaken insana daha büyük bir sorumluluk yüklediği açıktır.
Cinsellik, insanın kendi isyanını saklayabilme alanlarından biridir ve solculuğa, düzen eleştirisine, düzenin çizdiği sınırlara sığamamaya kapı açma potansiyeli her zaman vardır. Bukowski'yi bir de bu bakışla okumak gerekir.
Bu kitapta iki “korkutucu” isim, korkutucu bir kavram olan “sol” ile ilişkilendirilerek ele alınmaktadır. Bu yüzden ikinci baskıda kitabın ismi “Bukowski ve Yalçın Küçük” olarak belirlendi.
Düzenden memnuniyetin en çarpıcı olarak gözlemlenebileceği yer edebiyattır. Türk edebiyatı hem kurgu olarak hem de dil olarak öfkeden yoksundur. Eğer edebiyat, toplumun eğilimlerinin, gerçekte ne olduğunun aynası ise görülen tek gerçek insanların bu düzenden çok da şikayetçi olmadığıdır.
Bukowski'nin eserlerini yüzeysel bir okuma bizi kolayca onu savunamayacak bir noktaya görürebilir. Bir anlamda ben bu kitapta Bukowski'nin düzen eleştirisinde bulunduğu yere dikkat çekmek istedim. Onun eserlerinde kapitalizm, modern imgelerin arkasında tarih boyunca hiç değişmeyen biçimde eşitsiz koşullar üreten bir işleyiş olarak az sayıdaki insanın mutlu olması için daha büyük sayıdaki kitlenin hayatını harcamasının düzeneğidir. Bukowski çok naif bir biçimde bu harcanmış hayatların insanca yaşama isteğinin sesidir.
Bana göre sol, akıl ve vicdanın birleşimidir. Bu kadar. Hem Yalçın Küçük hem Bukowski'nin bu noktada birleştiğine inanıyorum. Benim Yalçın Küçük'ten kısmen ayrıldığım nokta solculuğun illaki Marksizm olmadığı yönündedir. Ancak bu ayrımda bir nokta önemli: Kendisini “sol” olarak tarif eden her kişi Marksizm'e ulaşmış olmalıdır. Yeni bir düzen istemeyen kişiye “solcu” diyemeyiz. Ancak kendini “sol” olarak tanımlamayan kişiler -ki Bukowski bu kategoridedir- Marksizmden kendilerini uzak tutabilir. Bu çalışmamda ben bir bakıma Bukowski'ye rağmen onu “sol” içine yerleştiriyorum. Kuşkusuz bütünüyle değil. Hiç kimse kapitalist bir düzen içinde bütünüyle “sol” değildir. Ancak bu durumun ahlaken insana daha büyük bir sorumluluk yüklediği açıktır.
Cinsellik, insanın kendi isyanını saklayabilme alanlarından biridir ve solculuğa, düzen eleştirisine, düzenin çizdiği sınırlara sığamamaya kapı açma potansiyeli her zaman vardır. Bukowski'yi bir de bu bakışla okumak gerekir.
Bu kitapta iki “korkutucu” isim, korkutucu bir kavram olan “sol” ile ilişkilendirilerek ele alınmaktadır. Bu yüzden ikinci baskıda kitabın ismi “Bukowski ve Yalçın Küçük” olarak belirlendi.
Düzenden memnuniyetin en çarpıcı olarak gözlemlenebileceği yer edebiyattır. Türk edebiyatı hem kurgu olarak hem de dil olarak öfkeden yoksundur. Eğer edebiyat, toplumun eğilimlerinin, gerçekte ne olduğunun aynası ise görülen tek gerçek insanların bu düzenden çok da şikayetçi olmadığıdır.
Bukowski'nin eserlerini yüzeysel bir okuma bizi kolayca onu savunamayacak bir noktaya görürebilir. Bir anlamda ben bu kitapta Bukowski'nin düzen eleştirisinde bulunduğu yere dikkat çekmek istedim. Onun eserlerinde kapitalizm, modern imgelerin arkasında tarih boyunca hiç değişmeyen biçimde eşitsiz koşullar üreten bir işleyiş olarak az sayıdaki insanın mutlu olması için daha büyük sayıdaki kitlenin hayatını harcamasının düzeneğidir. Bukowski çok naif bir biçimde bu harcanmış hayatların insanca yaşama isteğinin sesidir.