Geceleri merayı aydınlatan ateşini, tezek közünün üstünde buharlaşan çayını, Mürekkep renkli dağların arasından akan öykülü nehirleri, hiç yanında ayırmadığı radyosunda dinlediği Sarı Gelin türküsünü gördüm, hissettim, duydum. Koyunlarının, aslan pençeli kangal köpeklerinin başlarını okşadım... Cahit Sıtkı'nın Otuz Beş Yaş şiirindeki gibi tam ortasında ömrünün. Üstelik hemşehrim: Urfalı. Daha sonra Hatay'ın Reyhanlı ilçesine pamuk işçiliği yapmak için göç etmiş. Babasıyla birlikte inşaatlarda amelelik yapmış. Ama içinde hep kaçma isteği varmış. Ama büyük bir şehre, metropollere değil... Kendini bulabilmek ve şiir yazabilmek için şiirlerde okuduğu, türkülerde dinlediği güzellikteki bir köye. Sonunda bulmuş aradığı köyü. Çok yalnız kalmış burada: Çayır çimen koyunlarda ete ve süte dönüşüyorsa, onda neden şiire dönüşmesin diye düşünmüş ve sarılmış kalemine. Bu anlarda çiğ damlasına doluyormuş güneş. Ve yirmi dört saat şiir düşünmeye başlamış ... Başlamış ki çocuklar tatlı sulara ekmekten tekneleriyle dönebilsinler diye... Böylece önce şiirle evlenmiş, sonra kadınıyla... Eşi önce şiirlerini beğenmiş, sonra onu. Demek ki içten beğenilmek, içten sevmek gerekiyormuş. Bunu bana ilkokul üçten terk bir çoban öğretti.
Geceleri merayı aydınlatan ateşini, tezek közünün üstünde buharlaşan çayını, Mürekkep renkli dağların arasından akan öykülü nehirleri, hiç yanında ayırmadığı radyosunda dinlediği Sarı Gelin türküsünü gördüm, hissettim, duydum. Koyunlarının, aslan pençeli kangal köpeklerinin başlarını okşadım... Cahit Sıtkı'nın Otuz Beş Yaş şiirindeki gibi tam ortasında ömrünün. Üstelik hemşehrim: Urfalı. Daha sonra Hatay'ın Reyhanlı ilçesine pamuk işçiliği yapmak için göç etmiş. Babasıyla birlikte inşaatlarda amelelik yapmış. Ama içinde hep kaçma isteği varmış. Ama büyük bir şehre, metropollere değil... Kendini bulabilmek ve şiir yazabilmek için şiirlerde okuduğu, türkülerde dinlediği güzellikteki bir köye. Sonunda bulmuş aradığı köyü. Çok yalnız kalmış burada: Çayır çimen koyunlarda ete ve süte dönüşüyorsa, onda neden şiire dönüşmesin diye düşünmüş ve sarılmış kalemine. Bu anlarda çiğ damlasına doluyormuş güneş. Ve yirmi dört saat şiir düşünmeye başlamış ... Başlamış ki çocuklar tatlı sulara ekmekten tekneleriyle dönebilsinler diye... Böylece önce şiirle evlenmiş, sonra kadınıyla... Eşi önce şiirlerini beğenmiş, sonra onu. Demek ki içten beğenilmek, içten sevmek gerekiyormuş. Bunu bana ilkokul üçten terk bir çoban öğretti.