Hukuk tarihimizde 19. yüzyılın sonlarında bir kanun yolu olarak kısmen kabul edilen istinaf çok kısa bir süre uygulandıktan sonra yürürlükten kalkmıştı. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla birlikte istinaf, kanun yolu terk edilse de istinaf kanun yoluna duyulan ihtiyaç ve bu konudaki tartışmalar devam etmiştir. AİHS Ek 7 Numaralı Protokol ile “iki dereceli yargılanma hakkı” olarak kabulüyle birlikte bu kanun yolunun hayata geçirilmesinin adil yargılanma hakkının bir gereği olarak da görülmüş ve istinafın tekrar kabulüne ilişkin süreç tekrar canlanmıştır.
2004 yılında Türk Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku'nda yapılan reform ile birlikte istinaf mevzuatımıza girmiş oldu. Ancak bölge adliye mahkemelerinin fiilen uygulamaya geçmesi 20 Temmuz 2016 tarihini bulmuştur. İstinafın kabulüyle fiilen yürürlüğe girmesi arasında geçen uzun zaman boyunca, yürürlüğe girip girmeyeceği dahi tartışılmıştır. Ancak, adli yargı üzerindeki mevcut iş yükü ve Yargıtay incelemesinin mahiyeti, sınırları ve sınırsızlığı(!) nazara alındığında, istinafın daha fazla gecikmeden faaliyete geçirilmesi bir zorunluluk haline de gelmiştir.
İstinaf kanun yolunun kabulüyle fiilen uygulamaya girmesi arasında uzun sayılabilecek bir zaman geçmiş olsa da bu kanun yolunun gerçekte yürürlüğe girip girmeyeceği konusunda dahi tereddüt hasıl olduğundan, bu konuya gerek akademik camia gerekse uygulama yeterince ilgi göstermemişti. Saygıdeğer hocam Prof. Dr. Feridun Yenisey'in, henüz yürürlükte olmadığı dönemde dahi bu kanun yolunun tekrar kabulüne ilişkin eserlerinin ve bu kanun yolunun yürürlüğe girmesinden sonraki yoğun çalışmalarının seçkin bir yerde olduğunu belirtmez isem kendisine haksızlık etmiş olurum.
İstinaf konusundaki hali hazırda yazılan birkaç temel bilimsel eserden birisi olan “Ceza Muhakemesinde Yeni Bir Denetim Muhakemesi Yolu Olarak İstinaf” (Seçkin Yayınevi, Ankara 2010) isimli çalışmayı kaleme alan sayın hocam Prof. Dr. M. Ruhan Erdem, Ankara'da bir bilimsel toplantı öncesindeki bir sohbetimiz sırasında; çalıştığı bilimsel konulardan bazılarına ilişkin eserleri kaleme almasından sonra o müesseselerin yürürlükten kalktığını, “istinaf kanun yolunun da mevzuattan çıkmasından endişe ettiğini” üzülerek belirtmişti. Sanırım bu kanun yolunun yürürlüğe girmesine kadar geçen ve uzun sayılabilecek süre içerisinde, konunun diğer akademisyenlerden ve uygulamacılardan hak ettiği yeterli ilgiyi gör(e)memesinin sebebi bu “tereddüt” olsa gerek. Bununla birlikte genetik kodlarımızda var olan “yürürlüğe girsin bir bakalım (Göç yolda düzülür.)” ilkesinin her daim varlığını ve etkisini de yadsımamak gerekir diye düşünüyorum. Sanırım benim bu çalışmayı yapma fikrim de “göçün başlamasıyla” ortaya çıktı. Ümit ederim ki bu çalışma, niteliği itibariyle ayrı ve mütevazi bir yer edinerek göç yolculuğundaki ihtiyaçların düzülmesine mütevazi bir katkı sağlar ve bu konuya ilişkin yaşanması muhtemel yayın enflasyonuna(!) nicelik itibariyle katkı sağlamaz.
Bu eserin kapsamı ve konuların ele alınış biçimi belirlenirken, özellikle istinaf kanun yolunun yürürlüğe girmesiyle birlikte istinaf kanun yolunun mahiyetinin bilinmemesi veya gereği gibi anlaşılamamasından kaynaklanan seri mevzuat değişikliklerinin istinaf kanun yolunun sınırlarını daralttığı ve henüz tam anlamıyla uygulanamadan Yargıtay öncesi bir bekleme noktası gibi algılanıp önemini yitirmesine sebep olacağını düşündüğümüzden, istinaf kanun yolunda kovuşturma ve özellikle duruşma aşamasına ağırlık vererek olması gerekenden hareket ettik. İstinaf kanun yoluna ilişkin özellikle temyiz bakımından henüz yeterli içtihat birikimi oluşmamakla birlikte, ulaşabildiğimiz az sayıdaki içtihadı ve farklı bölge adliye mahkemelerinin istinaf incelemesine ilişkin kararları da hem içerik hem de birbirleriyle ve istinaf kanun yolunun mahiyetiyle uyumu yönünden değerlendirilmiştir.
Hukuk tarihimizde 19. yüzyılın sonlarında bir kanun yolu olarak kısmen kabul edilen istinaf çok kısa bir süre uygulandıktan sonra yürürlükten kalkmıştı. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla birlikte istinaf, kanun yolu terk edilse de istinaf kanun yoluna duyulan ihtiyaç ve bu konudaki tartışmalar devam etmiştir. AİHS Ek 7 Numaralı Protokol ile “iki dereceli yargılanma hakkı” olarak kabulüyle birlikte bu kanun yolunun hayata geçirilmesinin adil yargılanma hakkının bir gereği olarak da görülmüş ve istinafın tekrar kabulüne ilişkin süreç tekrar canlanmıştır.
2004 yılında Türk Ceza ve Ceza Muhakemesi Hukuku'nda yapılan reform ile birlikte istinaf mevzuatımıza girmiş oldu. Ancak bölge adliye mahkemelerinin fiilen uygulamaya geçmesi 20 Temmuz 2016 tarihini bulmuştur. İstinafın kabulüyle fiilen yürürlüğe girmesi arasında geçen uzun zaman boyunca, yürürlüğe girip girmeyeceği dahi tartışılmıştır. Ancak, adli yargı üzerindeki mevcut iş yükü ve Yargıtay incelemesinin mahiyeti, sınırları ve sınırsızlığı(!) nazara alındığında, istinafın daha fazla gecikmeden faaliyete geçirilmesi bir zorunluluk haline de gelmiştir.
İstinaf kanun yolunun kabulüyle fiilen uygulamaya girmesi arasında uzun sayılabilecek bir zaman geçmiş olsa da bu kanun yolunun gerçekte yürürlüğe girip girmeyeceği konusunda dahi tereddüt hasıl olduğundan, bu konuya gerek akademik camia gerekse uygulama yeterince ilgi göstermemişti. Saygıdeğer hocam Prof. Dr. Feridun Yenisey'in, henüz yürürlükte olmadığı dönemde dahi bu kanun yolunun tekrar kabulüne ilişkin eserlerinin ve bu kanun yolunun yürürlüğe girmesinden sonraki yoğun çalışmalarının seçkin bir yerde olduğunu belirtmez isem kendisine haksızlık etmiş olurum.
İstinaf konusundaki hali hazırda yazılan birkaç temel bilimsel eserden birisi olan “Ceza Muhakemesinde Yeni Bir Denetim Muhakemesi Yolu Olarak İstinaf” (Seçkin Yayınevi, Ankara 2010) isimli çalışmayı kaleme alan sayın hocam Prof. Dr. M. Ruhan Erdem, Ankara'da bir bilimsel toplantı öncesindeki bir sohbetimiz sırasında; çalıştığı bilimsel konulardan bazılarına ilişkin eserleri kaleme almasından sonra o müesseselerin yürürlükten kalktığını, “istinaf kanun yolunun da mevzuattan çıkmasından endişe ettiğini” üzülerek belirtmişti. Sanırım bu kanun yolunun yürürlüğe girmesine kadar geçen ve uzun sayılabilecek süre içerisinde, konunun diğer akademisyenlerden ve uygulamacılardan hak ettiği yeterli ilgiyi gör(e)memesinin sebebi bu “tereddüt” olsa gerek. Bununla birlikte genetik kodlarımızda var olan “yürürlüğe girsin bir bakalım (Göç yolda düzülür.)” ilkesinin her daim varlığını ve etkisini de yadsımamak gerekir diye düşünüyorum. Sanırım benim bu çalışmayı yapma fikrim de “göçün başlamasıyla” ortaya çıktı. Ümit ederim ki bu çalışma, niteliği itibariyle ayrı ve mütevazi bir yer edinerek göç yolculuğundaki ihtiyaçların düzülmesine mütevazi bir katkı sağlar ve bu konuya ilişkin yaşanması muhtemel yayın enflasyonuna(!) nicelik itibariyle katkı sağlamaz.
Bu eserin kapsamı ve konuların ele alınış biçimi belirlenirken, özellikle istinaf kanun yolunun yürürlüğe girmesiyle birlikte istinaf kanun yolunun mahiyetinin bilinmemesi veya gereği gibi anlaşılamamasından kaynaklanan seri mevzuat değişikliklerinin istinaf kanun yolunun sınırlarını daralttığı ve henüz tam anlamıyla uygulanamadan Yargıtay öncesi bir bekleme noktası gibi algılanıp önemini yitirmesine sebep olacağını düşündüğümüzden, istinaf kanun yolunda kovuşturma ve özellikle duruşma aşamasına ağırlık vererek olması gerekenden hareket ettik. İstinaf kanun yoluna ilişkin özellikle temyiz bakımından henüz yeterli içtihat birikimi oluşmamakla birlikte, ulaşabildiğimiz az sayıdaki içtihadı ve farklı bölge adliye mahkemelerinin istinaf incelemesine ilişkin kararları da hem içerik hem de birbirleriyle ve istinaf kanun yolunun mahiyetiyle uyumu yönünden değerlendirilmiştir.