Cumhuriyetin 85. yılındayız. İstiklal Savaşının son gazisi bu yıl öldü. O dönemlerin canlı şahidi olan insanlar artık yok. Canlı şahitlik elbette tarihin nesnel kaynağı olarak görülemez, ancak ifadeye değer bir yanı da vardır elbet. Nasıl kişisel hayatımızda yaşanılan andan uzaklaştıkça onu hatırlama biçimimiz zamanın cilvesi sebebiyle şekil değiştiriyorsa, aynı durum tarihin kolektif hatırlanma halleri için de bir tehdit potansiyeli taşıyor.Bu 85 yılda Cumhuriyeti ne kadar anlayabildik? Ezberlenmiş hükümlere sarılmadan, karşısında ya da yanında tavır almadan, ne derece sağlıklı bir bakış edinebildik? Osmanlıdan bugüne intikal eden toplumsal, siyasal ve kültürel yapıyı göz önünde bulundurmadan, Osmanlı aydının yaptığı tartışmaları bilmeden, örneğin Ahmet Cevdet Paşayı yahut Fransız aydınlanmacılarını tanımadan ya da 1930ların yükselen faşizm damarını ve Dünya Ekonomik Bunalımını dikkate almadan gerçek bir Cumhuriyet fotoğrafına ulaşmak mümkün değil.Bir de ülkemizde tarihe duyulan derin merak çoğu zaman günceldeki siyasi konumları tahkim etmek, tarihten müttefikler edinmek, arzularımıza hitap etmeyen verileri görmezlikten gelmek gibi zaaflarla malul bir tarih anlayışı sunuyor bize. Bizde de tarihe bu yönde bakan ciddi araştırmacılar bulunmakla birlikte, popüler tarihçilikte böyle bir tavır görmek kolay değildir. Popüler tarihçilik, siyasal iletişimin en geniş kesime ulaşma diline, mantığına, bakış açısına uygun olarak, işini belli bir kasıtla yapar. Oysa bugün belgelere dönüşmüş olarak karşımıza çıkanın arkasında, kendisine ilişkin tüm yargıları ihtiyatla karşılamamızı gerektirecek bir yaşam var. Prof. Dr. Naci Bostancı, Timaş tarafından yayınlanan Cumhuriyeti Anlamak isimli kitapta, ihtiyatı elden bırakmadan, toptancı yargılara düşme kolaycılığına kapılmadan Cumhuriyetin ilk yıllarını anlamak; genç Türkiye Cumhuriyetinin hangi temeller üzerinde yükseldiğini çözümlemek yolunda çaba sarf ediyor. 1930lar Kızılayındaki kerpiç evden 2000li yıllarının gökdelenlerine doğrusal bir hat çizen kişisel hafızanın canlı, hayat dolu Cumhuriyet kavrayışıyla, süreci bir toplumsal değişim tarihi olarak soyut kavramlar üzerinden okuyan bugünkü gencin Cumhuriyet kavrayışı arasında derin farkların bulunması tuhaf değil. Bostancı, işte bu farkı kapatmaya aday çalışmasında, erken dönem Cumhuriyetin gündelik hayat pratiklerinden kurumsal yapılanmalarına kadar bir dizi olayı siyaset bilimin sunduğu imkânlarla çözümlüyor. Cumhuriyetin Felsefi Temelleri, Tekil Siyasi Yapı ve Modernleşme Projesindeki Yeri, Sosyal Yapı ve İnkılâplar, Cumhuriyet Döneminde Eğitim ve Kültür, Cumhuriyetin İlk Yıllarında Siyasi Zihniyet ve Ekonomik Alanla İlişkisi, İzmir İktisat Kongresi ve Ekonomik Zihniyete Dair İpuçları, Devletçilik, Devletçilik Dönemi ve Uygulamalar, Tarım Yapısının Genel Karakteristiği isimli makalelerden oluşan kitap, Cumhuriyeti anlamak isteyenler için ideal bir eser.
Cumhuriyetin 85. yılındayız. İstiklal Savaşının son gazisi bu yıl öldü. O dönemlerin canlı şahidi olan insanlar artık yok. Canlı şahitlik elbette tarihin nesnel kaynağı olarak görülemez, ancak ifadeye değer bir yanı da vardır elbet. Nasıl kişisel hayatımızda yaşanılan andan uzaklaştıkça onu hatırlama biçimimiz zamanın cilvesi sebebiyle şekil değiştiriyorsa, aynı durum tarihin kolektif hatırlanma halleri için de bir tehdit potansiyeli taşıyor.Bu 85 yılda Cumhuriyeti ne kadar anlayabildik? Ezberlenmiş hükümlere sarılmadan, karşısında ya da yanında tavır almadan, ne derece sağlıklı bir bakış edinebildik? Osmanlıdan bugüne intikal eden toplumsal, siyasal ve kültürel yapıyı göz önünde bulundurmadan, Osmanlı aydının yaptığı tartışmaları bilmeden, örneğin Ahmet Cevdet Paşayı yahut Fransız aydınlanmacılarını tanımadan ya da 1930ların yükselen faşizm damarını ve Dünya Ekonomik Bunalımını dikkate almadan gerçek bir Cumhuriyet fotoğrafına ulaşmak mümkün değil.Bir de ülkemizde tarihe duyulan derin merak çoğu zaman günceldeki siyasi konumları tahkim etmek, tarihten müttefikler edinmek, arzularımıza hitap etmeyen verileri görmezlikten gelmek gibi zaaflarla malul bir tarih anlayışı sunuyor bize. Bizde de tarihe bu yönde bakan ciddi araştırmacılar bulunmakla birlikte, popüler tarihçilikte böyle bir tavır görmek kolay değildir. Popüler tarihçilik, siyasal iletişimin en geniş kesime ulaşma diline, mantığına, bakış açısına uygun olarak, işini belli bir kasıtla yapar. Oysa bugün belgelere dönüşmüş olarak karşımıza çıkanın arkasında, kendisine ilişkin tüm yargıları ihtiyatla karşılamamızı gerektirecek bir yaşam var. Prof. Dr. Naci Bostancı, Timaş tarafından yayınlanan Cumhuriyeti Anlamak isimli kitapta, ihtiyatı elden bırakmadan, toptancı yargılara düşme kolaycılığına kapılmadan Cumhuriyetin ilk yıllarını anlamak; genç Türkiye Cumhuriyetinin hangi temeller üzerinde yükseldiğini çözümlemek yolunda çaba sarf ediyor. 1930lar Kızılayındaki kerpiç evden 2000li yıllarının gökdelenlerine doğrusal bir hat çizen kişisel hafızanın canlı, hayat dolu Cumhuriyet kavrayışıyla, süreci bir toplumsal değişim tarihi olarak soyut kavramlar üzerinden okuyan bugünkü gencin Cumhuriyet kavrayışı arasında derin farkların bulunması tuhaf değil. Bostancı, işte bu farkı kapatmaya aday çalışmasında, erken dönem Cumhuriyetin gündelik hayat pratiklerinden kurumsal yapılanmalarına kadar bir dizi olayı siyaset bilimin sunduğu imkânlarla çözümlüyor. Cumhuriyetin Felsefi Temelleri, Tekil Siyasi Yapı ve Modernleşme Projesindeki Yeri, Sosyal Yapı ve İnkılâplar, Cumhuriyet Döneminde Eğitim ve Kültür, Cumhuriyetin İlk Yıllarında Siyasi Zihniyet ve Ekonomik Alanla İlişkisi, İzmir İktisat Kongresi ve Ekonomik Zihniyete Dair İpuçları, Devletçilik, Devletçilik Dönemi ve Uygulamalar, Tarım Yapısının Genel Karakteristiği isimli makalelerden oluşan kitap, Cumhuriyeti anlamak isteyenler için ideal bir eser.