Dadename - Gotinbej / Söyleyen

Stok Kodu:
9786050630602
Boyut:
13.50x19.50
Sayfa Sayısı:
210
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2020-07
Kapak Türü:
Ciltsiz
Kağıt Türü:
1. Hamur
Dili:
Türkçe
Kategori:
25,00
9786050630602
695363
Dadename - Gotinbej / Söyleyen
Dadename - Gotinbej / Söyleyen
25.00

TAKDİM
Babam, Alim bir insandı. 90 yıla yaklaşan ömrünün yaklaşık 75 yılını öğrenerek veya öğreterek geçirdi. Yüzlerce talebe yetiştirdi, onlara icazet verdi. Çok okumaktan bir gözünü kaybetti, sağlam gözü ise %50 görüyordu. Son gününe kadar elinde mercekle okumaya, okuduğunu anlamaya ve anlatmaya devam etti. Her fani gibi, o da bu alemden göçtü gitti. Babamın vefatından sonra hatıralarını, anlattıklarını derleyip yayımlamadığımız için çok teessüf ettik. Ancak Kardeşim Prof. Dr. Mehmet Çelik'in, babamızın hatıralarını ve anlattıklarını derleyip yayımlamakla ilgili bir çalışma yaptığını söylemesi yüreklerimize su serpti. İnşallah onu da en kısa zamanda yayımlarız. Malum, söz uçar, yazı kalır.
Babam âlimdi ama annem de ariftir. Hem de derinlemesine bir irfana sahiptir. Okuma yazma bilmediği halde hiç şüphe yok ki, sözlü kültürün ustalarındandır. Annemin annesi, merhume ninem, annemin sadece annesi değil, aynı zamanda üstadı idi. Ninem çok sıkı bir halk hekimi idi. Trahomun salgın olduğu, sağlık hizmetlerinin yok seviyesinde olduğu yıllarda alternatif tıpla yüzlerce insanın gözünü iyileştirmişti. Aynı zamanda ninem, müttaki ve musalli, saliha bir hanımefendiydi. Annem ondan yüzlerce bitkinin dilini öğrenmişti. Yanığa hangi ot iyi gelir, mide ekşimesini hangi bitki giderir, egzamayı hangi karışım iyileştirir, bunları biliyordu. Annemin ninemden öğrendiği bir şey daha vardı: Sözlü halk edebiyatının her türü. Şair Şinasi, yayımladığı atasözleri kitabına “Dürub-ı Emsâl-ı Osmaniye” adını vermişti. Osmanlıca'da “darbımesel” atasözü karşılığında kullanılıyordu. Şinasi, kitabının önsözünde atasözlerini “hikmet-i avam” diye niteliyordu. Yani, halk felsefesi. Bazıları, çoğu okuma yazma bile bilmeyen insanların felsefesi mi olur diye itiraz edebilir. Evet, olur. Onların çoğu hayat üniversitesinin tecrübe fakültesinden mezundur. Annem, konuştuğunuz her konuyla ilgili olarak adeta cuk diye yerine oturan bir atasözü söyler, bazen onu güzel bir mani ile süsler, ya da etrafında samimi bir dinleyici kitlesi bulunca, kıssadan hisse çıkarılacak bir hikaye anlatırdı. Sözleri yağ bal, ancak icraatı rezil olan biri mi söz konusu, hemen patlatırdı: “ Oğlum onun vaazı Musa'nınkine, fiili Firavun'unkine benziyor.” Kendini bilmez, kaybedecek bir şeyi olmayan biriyle dalaşacağımız zaman hemen devreye girer, “ Bakın oğlum, bizim kovamız süt doludur, onların kovası boştur; çarpışırsak bizim sütümüz dökülür.” derdi. Uzun kış gecelerinde, televizyonların değil, henüz radyoların bile hayatımızda yer etmediği zamanlarda, tüten çıranın verem sarısı ışığı altında bize masallar anlatırdı. Tandırın üstüne yerleştirilmiş kürsünün etrafında, ayaklarımız tandıra sarkıtılmış olarak onu dinlerdik. Bazen babamdan dinleyip ezberlediği Kısas-ı Enbiya'dan (Peygamberler Tarihi) arkası yarın tadında bölümler anlatır, bazen oradan Zaloğlu Rüstem'e geçerdi. Gözlerimize uyku sisleri çökünceye kadar bu, her akşam böyle devam ederdi. Çıradan, idare lambasına terfi ettik, ardından elektrikle tanıştık. Sonra televizyon ve diğerleri. Artık masallar eski tadı vermediği gibi annem de eskisi kadar hevesli değildi. Bizden sonraki nesil, sözlü kültür ürünlerinden mahrum büyüdü. Şimdi masalların yerini Harry Potter'lar aldı.
Anadolu'da çocuklar babalarıyla mesafelidir. Dert ortağı, sırdaş, ihtiyaç kapısı annelerdir. Bizim için de öyleydi. Onun dizinin dibinde büyürsünüz. Ondan size irfan namına ne geçtiyse bu, sizin en büyük zenginliğiniz olur.
Annemin zengin dağarcığının hepimiz farkındaydık. Ancak bu dağarcığı yazılı hale getirmek fikri, kardeşim Hamit ile yeğenim Selim'e aittir.
Muhtelif zamanlarda spontene olarak annemin anlattıklarını kaydettiler. Bazen usul hatası yapıp önüne kayıt cihazını koyup, “anne veya nine, şu meseleyi anlatır mısın” dediklerinde annem kendisi olmaktan çıkar, röportaj veren birine dönüşürdü. En güzel ürünler, habersizce yapılan kayıtlardan veya tabii sohbet ortamlarında elde edildi. Kaderin garip bir cilvesidir ki, bugün iki evladı Türk
Edebiyatı profesörü olan Annem, kırık dökük olarak konuşabildiği Türkçe'yi 30'lu yaşlarından sonra öğrendi. Onun Kürtçe olarak dillendirdiği atasözleri, mani, hikaye ve masalların Türkçe karşılıklarını kardeşim Hamit ve değerli aile dostumuz Ömer Ömeri yerli yerine oturttular. Onlar aynı zamanda bu kitabın editörlüğünü de üstlendiler. Selim'le birlikte Ömer ve Hamid'e de çok teşekkür ederim. Her fani gibi annem de günün birinde ebedi aleme yelken açacaktır. Ondan kalanlar, onun hayırla yad edilmesine vesile olursa kendimizi bahtiyar addedeceğiz.

TAKDİM
Babam, Alim bir insandı. 90 yıla yaklaşan ömrünün yaklaşık 75 yılını öğrenerek veya öğreterek geçirdi. Yüzlerce talebe yetiştirdi, onlara icazet verdi. Çok okumaktan bir gözünü kaybetti, sağlam gözü ise %50 görüyordu. Son gününe kadar elinde mercekle okumaya, okuduğunu anlamaya ve anlatmaya devam etti. Her fani gibi, o da bu alemden göçtü gitti. Babamın vefatından sonra hatıralarını, anlattıklarını derleyip yayımlamadığımız için çok teessüf ettik. Ancak Kardeşim Prof. Dr. Mehmet Çelik'in, babamızın hatıralarını ve anlattıklarını derleyip yayımlamakla ilgili bir çalışma yaptığını söylemesi yüreklerimize su serpti. İnşallah onu da en kısa zamanda yayımlarız. Malum, söz uçar, yazı kalır.
Babam âlimdi ama annem de ariftir. Hem de derinlemesine bir irfana sahiptir. Okuma yazma bilmediği halde hiç şüphe yok ki, sözlü kültürün ustalarındandır. Annemin annesi, merhume ninem, annemin sadece annesi değil, aynı zamanda üstadı idi. Ninem çok sıkı bir halk hekimi idi. Trahomun salgın olduğu, sağlık hizmetlerinin yok seviyesinde olduğu yıllarda alternatif tıpla yüzlerce insanın gözünü iyileştirmişti. Aynı zamanda ninem, müttaki ve musalli, saliha bir hanımefendiydi. Annem ondan yüzlerce bitkinin dilini öğrenmişti. Yanığa hangi ot iyi gelir, mide ekşimesini hangi bitki giderir, egzamayı hangi karışım iyileştirir, bunları biliyordu. Annemin ninemden öğrendiği bir şey daha vardı: Sözlü halk edebiyatının her türü. Şair Şinasi, yayımladığı atasözleri kitabına “Dürub-ı Emsâl-ı Osmaniye” adını vermişti. Osmanlıca'da “darbımesel” atasözü karşılığında kullanılıyordu. Şinasi, kitabının önsözünde atasözlerini “hikmet-i avam” diye niteliyordu. Yani, halk felsefesi. Bazıları, çoğu okuma yazma bile bilmeyen insanların felsefesi mi olur diye itiraz edebilir. Evet, olur. Onların çoğu hayat üniversitesinin tecrübe fakültesinden mezundur. Annem, konuştuğunuz her konuyla ilgili olarak adeta cuk diye yerine oturan bir atasözü söyler, bazen onu güzel bir mani ile süsler, ya da etrafında samimi bir dinleyici kitlesi bulunca, kıssadan hisse çıkarılacak bir hikaye anlatırdı. Sözleri yağ bal, ancak icraatı rezil olan biri mi söz konusu, hemen patlatırdı: “ Oğlum onun vaazı Musa'nınkine, fiili Firavun'unkine benziyor.” Kendini bilmez, kaybedecek bir şeyi olmayan biriyle dalaşacağımız zaman hemen devreye girer, “ Bakın oğlum, bizim kovamız süt doludur, onların kovası boştur; çarpışırsak bizim sütümüz dökülür.” derdi. Uzun kış gecelerinde, televizyonların değil, henüz radyoların bile hayatımızda yer etmediği zamanlarda, tüten çıranın verem sarısı ışığı altında bize masallar anlatırdı. Tandırın üstüne yerleştirilmiş kürsünün etrafında, ayaklarımız tandıra sarkıtılmış olarak onu dinlerdik. Bazen babamdan dinleyip ezberlediği Kısas-ı Enbiya'dan (Peygamberler Tarihi) arkası yarın tadında bölümler anlatır, bazen oradan Zaloğlu Rüstem'e geçerdi. Gözlerimize uyku sisleri çökünceye kadar bu, her akşam böyle devam ederdi. Çıradan, idare lambasına terfi ettik, ardından elektrikle tanıştık. Sonra televizyon ve diğerleri. Artık masallar eski tadı vermediği gibi annem de eskisi kadar hevesli değildi. Bizden sonraki nesil, sözlü kültür ürünlerinden mahrum büyüdü. Şimdi masalların yerini Harry Potter'lar aldı.
Anadolu'da çocuklar babalarıyla mesafelidir. Dert ortağı, sırdaş, ihtiyaç kapısı annelerdir. Bizim için de öyleydi. Onun dizinin dibinde büyürsünüz. Ondan size irfan namına ne geçtiyse bu, sizin en büyük zenginliğiniz olur.
Annemin zengin dağarcığının hepimiz farkındaydık. Ancak bu dağarcığı yazılı hale getirmek fikri, kardeşim Hamit ile yeğenim Selim'e aittir.
Muhtelif zamanlarda spontene olarak annemin anlattıklarını kaydettiler. Bazen usul hatası yapıp önüne kayıt cihazını koyup, “anne veya nine, şu meseleyi anlatır mısın” dediklerinde annem kendisi olmaktan çıkar, röportaj veren birine dönüşürdü. En güzel ürünler, habersizce yapılan kayıtlardan veya tabii sohbet ortamlarında elde edildi. Kaderin garip bir cilvesidir ki, bugün iki evladı Türk
Edebiyatı profesörü olan Annem, kırık dökük olarak konuşabildiği Türkçe'yi 30'lu yaşlarından sonra öğrendi. Onun Kürtçe olarak dillendirdiği atasözleri, mani, hikaye ve masalların Türkçe karşılıklarını kardeşim Hamit ve değerli aile dostumuz Ömer Ömeri yerli yerine oturttular. Onlar aynı zamanda bu kitabın editörlüğünü de üstlendiler. Selim'le birlikte Ömer ve Hamid'e de çok teşekkür ederim. Her fani gibi annem de günün birinde ebedi aleme yelken açacaktır. Ondan kalanlar, onun hayırla yad edilmesine vesile olursa kendimizi bahtiyar addedeceğiz.

Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat