1930 baharı, yağmurlu bir gün, Üsküp-Kalkan-delen yakınlarındaki kasabada, 20'li yaşlarını süren kimsesiz bir adam ölür. Aynı anda yakınlardaki dağ köyünde küçük bir kızın kulağına darı tanesi kaçar. Bu iki trajik olay, kasabada ve köyde yaşayan ortak bir geçmişe sahip ama ilişkileri tamamen kopmuş insanların sırlarını ve tarihe gömülmüş dramatik olayları bir bir açığa çıkarır.
Etnik ve dinsel farklılıkların düşmanlığa yol açtığı ne kadar doğruysa, hakiki dostlukların hiçbir güçle yıkılamadığı da o kadar doğru, aşk ise her zaman önündeki engelleri aşamasa da kalplerdeki yerini hep korur.
Dağ Sürgünleri, bu evrensel temalar üzerinde gezinirken, kendilerini dağa sürmüş bir avuç insanın doğayla ve hayatla girdikleri amansız mücadeleyi büyülü bir dille ve usta işi bir kurguyla anlatıyor. Osman Özbaş, Türk romanına yeni bir soluk getirerek, köşe taşlarından biri olabileceğinin sinyallerini veriyor.
1930 baharı, yağmurlu bir gün, Üsküp-Kalkan-delen yakınlarındaki kasabada, 20'li yaşlarını süren kimsesiz bir adam ölür. Aynı anda yakınlardaki dağ köyünde küçük bir kızın kulağına darı tanesi kaçar. Bu iki trajik olay, kasabada ve köyde yaşayan ortak bir geçmişe sahip ama ilişkileri tamamen kopmuş insanların sırlarını ve tarihe gömülmüş dramatik olayları bir bir açığa çıkarır.
Etnik ve dinsel farklılıkların düşmanlığa yol açtığı ne kadar doğruysa, hakiki dostlukların hiçbir güçle yıkılamadığı da o kadar doğru, aşk ise her zaman önündeki engelleri aşamasa da kalplerdeki yerini hep korur.
Dağ Sürgünleri, bu evrensel temalar üzerinde gezinirken, kendilerini dağa sürmüş bir avuç insanın doğayla ve hayatla girdikleri amansız mücadeleyi büyülü bir dille ve usta işi bir kurguyla anlatıyor. Osman Özbaş, Türk romanına yeni bir soluk getirerek, köşe taşlarından biri olabileceğinin sinyallerini veriyor.