Türkiye'nin demokratikleşme sürecinin en önemli engellerinden birisi olan darbeler, tarihsel ve ideolojik bir geçmişe dayanır. Meşru demokratik siyasetin ve sivil toplum düşüncesinin yeteri kadar gelişmediğini varsayan, toplumu ise devlet tarafından yetişkin ve ehliyet sahibi bir yapı olarak kabul etmeyen dolayısıyla demokratik siyaseti itibarsız gören militarist vesayet zihniyetinde devlet ister istemez ideolojik olarak üstün bir konumda yer alır.
Cumhuriyet'in kuruluşu sonrasında yaşanan demokratikleşme sürecinin problemli alanı haline gelen darbeler, devletin meşru fiziki güç kullanma aracı ordu vasıtasıyla gerçekleştirilmiştir.Toplumsal alana müdahale eden ordu ise bunu daha çok devleti topluma karşı koruma refleksiyle yapmıştır. Ancak bu refleks demokratikleşme sürecinin önünde büyük bir engele dönüşmüştür. Çünkü ordunun asli görevi topluma müdahale etmek değil, dış tehditlere karşı güvenliği sağlamaktır.
Cumhuriyet tarihinde 27 Mayıs 1960 darbesiyle başlayan ve sivil alana çeki düzen verme şeklinde çeşitli zaman aralıklarıyla gündeme gelen darbeler tarihinin son uğrağı ise 15 Temmuz 2016'da olmuştur.
Büyük bir toplumsal mukavemete uğrayan ve başarısızlığa uğratılan bu darbe girişiminden sonra “bir daha bu ülke de darbe olur mu?” sorusu ve dolayısıyla kaygısı zihinleri meşgul etmektedir.
Demokratik bilinç düzeyinin hem kurumsal anlamda hem de toplumsal yapıdaki gelişme seviyesi hiç şüphesiz bu sürecinen önemli kriteridir.
Bu nedenle anti-demokratik bir yol olarak darbelerin artık toplumsal alana yönelik bir müdahale aracı olmaktan çıkması/çıkarılması rasyonel bir yaklaşıma, demokratik ve hukuksal süreçlerin toplumsal değer ve dinamiklere endekslenmesiyle mümkündür.
Bu kitap bütün darbeleri ayrıntılı bir şekilde inceleyen bir çalışma olmayıp, darbelerin tarihsel alt yapısını teorik yönleriyle farklı disiplinlerden akademisyenlerin çalışmalarıyla ele alan bir çabaya dayanmaktadır.
Türkiye'nin demokratikleşme sürecinin en önemli engellerinden birisi olan darbeler, tarihsel ve ideolojik bir geçmişe dayanır. Meşru demokratik siyasetin ve sivil toplum düşüncesinin yeteri kadar gelişmediğini varsayan, toplumu ise devlet tarafından yetişkin ve ehliyet sahibi bir yapı olarak kabul etmeyen dolayısıyla demokratik siyaseti itibarsız gören militarist vesayet zihniyetinde devlet ister istemez ideolojik olarak üstün bir konumda yer alır.
Cumhuriyet'in kuruluşu sonrasında yaşanan demokratikleşme sürecinin problemli alanı haline gelen darbeler, devletin meşru fiziki güç kullanma aracı ordu vasıtasıyla gerçekleştirilmiştir.Toplumsal alana müdahale eden ordu ise bunu daha çok devleti topluma karşı koruma refleksiyle yapmıştır. Ancak bu refleks demokratikleşme sürecinin önünde büyük bir engele dönüşmüştür. Çünkü ordunun asli görevi topluma müdahale etmek değil, dış tehditlere karşı güvenliği sağlamaktır.
Cumhuriyet tarihinde 27 Mayıs 1960 darbesiyle başlayan ve sivil alana çeki düzen verme şeklinde çeşitli zaman aralıklarıyla gündeme gelen darbeler tarihinin son uğrağı ise 15 Temmuz 2016'da olmuştur.
Büyük bir toplumsal mukavemete uğrayan ve başarısızlığa uğratılan bu darbe girişiminden sonra “bir daha bu ülke de darbe olur mu?” sorusu ve dolayısıyla kaygısı zihinleri meşgul etmektedir.
Demokratik bilinç düzeyinin hem kurumsal anlamda hem de toplumsal yapıdaki gelişme seviyesi hiç şüphesiz bu sürecinen önemli kriteridir.
Bu nedenle anti-demokratik bir yol olarak darbelerin artık toplumsal alana yönelik bir müdahale aracı olmaktan çıkması/çıkarılması rasyonel bir yaklaşıma, demokratik ve hukuksal süreçlerin toplumsal değer ve dinamiklere endekslenmesiyle mümkündür.
Bu kitap bütün darbeleri ayrıntılı bir şekilde inceleyen bir çalışma olmayıp, darbelerin tarihsel alt yapısını teorik yönleriyle farklı disiplinlerden akademisyenlerin çalışmalarıyla ele alan bir çabaya dayanmaktadır.