“İlkin, karanlık masalların karanlık köşelerinden gelir gibi davulcu çıkagelmiş. Almış eline dut ağacından oyma tokmağı, az gitmiş, uz gitmiş. Dere tepe düz gitmiş. Sonunda varmış düzlük bir köye. Sonra başlamış meşin kayışla boynuna astığı anaç davulu dövmeye. Dövmüş ha dövmüş. Birden, her yeri davul tozu kaplamış da körpe kuzular analarını dahi seçemez olmuş. Büyücü diyen de olmuş ona, hokkabaz diyen de… Durur mu, inadına vurmuş davulcu. Vurdukça da kerpiç evlerden toprak koparan güm güm sesleriyle, köydeki her şeyi bağlamış birbirine. Önce, yol kenarında zabit gibi duran ve küflü yapraklarından çıkan hışırtıların ardına saklanan kalın kavak gövdelerine dolamış davulun tok sesini. Ardından, yeşil kubbesine semayı hapseden taş camiyi bağlamış sıkıca. Peşine, mihrapta eski bir kitap sayfası sarılığında hışırdayan imamın ağır uykusunu eklemiş. Derken, yeryüzüne gelişigüzel çaputlar gibi serilmiş damlardan ve tarlalardan aşırmış sesi. İçindeki çığlıklarla beraber boz bulanık ırmağı dolamış bir güzel… Tahta köprünün ayaklarını inletmiş gümbürtüler. Onları da bağlamış birbirine çapraz mı çapraz. Köprünün gölgesinden geçen yeşilbaşlı göğ ördekleri, ala ala kazları dolamış kuyruklarından. Avlunun küllüğünde bulduğu birkaç darı tanesine tutunan pas kanatlı tavukları bağlamış, simsiyah ağızlı köpekleri, yürüyen taşları andıran tozlu koyunları bağlamış. Kısacası davul sesinin hoş geldiği her şeyi sarmış sarmalamış bir güzel…”
“İlkin, karanlık masalların karanlık köşelerinden gelir gibi davulcu çıkagelmiş. Almış eline dut ağacından oyma tokmağı, az gitmiş, uz gitmiş. Dere tepe düz gitmiş. Sonunda varmış düzlük bir köye. Sonra başlamış meşin kayışla boynuna astığı anaç davulu dövmeye. Dövmüş ha dövmüş. Birden, her yeri davul tozu kaplamış da körpe kuzular analarını dahi seçemez olmuş. Büyücü diyen de olmuş ona, hokkabaz diyen de… Durur mu, inadına vurmuş davulcu. Vurdukça da kerpiç evlerden toprak koparan güm güm sesleriyle, köydeki her şeyi bağlamış birbirine. Önce, yol kenarında zabit gibi duran ve küflü yapraklarından çıkan hışırtıların ardına saklanan kalın kavak gövdelerine dolamış davulun tok sesini. Ardından, yeşil kubbesine semayı hapseden taş camiyi bağlamış sıkıca. Peşine, mihrapta eski bir kitap sayfası sarılığında hışırdayan imamın ağır uykusunu eklemiş. Derken, yeryüzüne gelişigüzel çaputlar gibi serilmiş damlardan ve tarlalardan aşırmış sesi. İçindeki çığlıklarla beraber boz bulanık ırmağı dolamış bir güzel… Tahta köprünün ayaklarını inletmiş gümbürtüler. Onları da bağlamış birbirine çapraz mı çapraz. Köprünün gölgesinden geçen yeşilbaşlı göğ ördekleri, ala ala kazları dolamış kuyruklarından. Avlunun küllüğünde bulduğu birkaç darı tanesine tutunan pas kanatlı tavukları bağlamış, simsiyah ağızlı köpekleri, yürüyen taşları andıran tozlu koyunları bağlamış. Kısacası davul sesinin hoş geldiği her şeyi sarmış sarmalamış bir güzel…”