Derbesiye, çocukluğumun ilk yıllarının geçtiği şirin kasaba.
Suriye'yle gözgöze. Misak-ı Milli sınırları çizildiğinde dikenli tellerle ikiye bölünmüş, bir kısmı "hattın" öbür tarafında kalmış.
Trenle yaklaşık yarım saatlik mesafedeki, on-on beş haneli ufacık Gürpınar istasyonundan oraya taşındığımızda iki yaşındaymışım. Çarşıya yakın, kerpiçten yapılma, bahçeli bir eve yerleşmişiz.
Anlatacağım öyle çokmekan, kişi ve olay var ki, hangisinden başlayacağıma karar veremiyorum. Çünkü hepsi önemli ve hepsi ilginç.
Yazdıkça beni bir heyecan sarıyor. Kalp atışlarım hızlanıyor. Nefes nefese kalıyorum. İçim, med-cezire tutulmuş, inen-çıkan, çekilen-kabaran denizden farksız. Hafızam, şimşek hızıyla parlayıp sönen hayallerle dolup taşıyor. Zihnim, anıların akınlarıyla allak-bullak. Gözümün önünden binbir renkli resimler akıp gidiyor.
Derbesiye, çocukluğumun ilk yıllarının geçtiği şirin kasaba.
Suriye'yle gözgöze. Misak-ı Milli sınırları çizildiğinde dikenli tellerle ikiye bölünmüş, bir kısmı "hattın" öbür tarafında kalmış.
Trenle yaklaşık yarım saatlik mesafedeki, on-on beş haneli ufacık Gürpınar istasyonundan oraya taşındığımızda iki yaşındaymışım. Çarşıya yakın, kerpiçten yapılma, bahçeli bir eve yerleşmişiz.
Anlatacağım öyle çokmekan, kişi ve olay var ki, hangisinden başlayacağıma karar veremiyorum. Çünkü hepsi önemli ve hepsi ilginç.
Yazdıkça beni bir heyecan sarıyor. Kalp atışlarım hızlanıyor. Nefes nefese kalıyorum. İçim, med-cezire tutulmuş, inen-çıkan, çekilen-kabaran denizden farksız. Hafızam, şimşek hızıyla parlayıp sönen hayallerle dolup taşıyor. Zihnim, anıların akınlarıyla allak-bullak. Gözümün önünden binbir renkli resimler akıp gidiyor.