Türk sinema tarihinin ve Türkiye'de sinemanın başlangıç dönemleri, bilindiği gibi, zaman zaman tartışmalara ve çatışan tezlere konu oluyor. Durum doğaldır çünkü sinema tarihçileri kabul etsinler veya etmesinler, ilk yıllar birçok açıdan karanlık yıllar olarak kalıyor ve aydınlatmaları için uzun ve uğraştırıcı bir kaynak (basın, arşiv) taraması gerekiyor... Bu zaman gerektiren, sabır gerektiren, sevgi ve anlayış gerektiren bir çalışmadır, üstelik bir de zorunluluk taşıyor: Osmanlıcayı bilmek zorunluluğu. Daha önceki iki kitabı ile bu konulara bir tarihçi sabrı ve bilgisi ile yaklaşan Ali Özuyar (bence değeri anlaşılmayan azimli araştırmacı ve kitaplık kurdu Mustafa Gökmen'in varisi sayılmalı) bize sunduğu malzemeye ek olarak bu son çalışması ile tüm araştırmacılara yeni ufuklar açıyor, her biri ayrı ve kapsamlı, yorumlu bir araştırma gerektiren bilgiler ve belgeler sunuyor. Abdülhamit'in savaş filmi tutkunluğundan, gelir vergisi ödeyen eski sinemacılara, sinemalarda dağıtılan program broşürlerinden sinema salonu dağıtımına, ilk sansür uygulamalarına, ilk kurulan şirketlere ve eskiden sinemayı düzenleyen önlemlere kadar Özuyar'ın derleyip yorumladığı belgeler ve bilgiler her konuda yeni ufuklar açıyor.
- Giovanni Scgamillo
Yayıncının Notu
Lumière kardeşlerin 1895 yılı boyunca Paris'te özel gösteriler düzenledikten sonra 28 Aralık'ta, Capucines Bulvarı'ndaki Grand Café'nin egzotik dekorasyonlu Hint Salonu'nda yaptıkları ilk gösterinin üzerinden tamı tamına 112 yıl geçmiş ve bugün sinema; yapımı, gösterimi, dağıtımı, estetiği, anlatım biçimi, oyunculuğuyla çok farklı bir sanat dalı olarak sanat tarihinde yerini almış durumda. Sinemanın bir yüzyılda katettiği bu olağanüstü başarı aslında onun ilişkide olduğu pek çok alanı da etkilemiştir. Ancak Türkiye'de bütün bunlar sinemanın gelişimi gibi çok ağır bir ilerleme göstermektedir. Ne yazık ki sinema yayıncılığı da bunlar arasındadır. Özellikle Türkiye'deki sinemanın “ilk zamanları”na ilişkin bilgi, belge ve araştırma da yok denecek kadar azdır. Ali Özuyar'ın Devleti Aliyye'de Sinema adlı çalışması işte Türkiye'de sinemanın bu “çocukluk” dönemine ilişkin pek çok soru işaretini ortadan kaldırmaya girişmiştir. Özuyar'ın çalışması gerek sinemanın Osmanlı'daki ilk zamanlarının hangi dinamiklerden etkilendiği, gerek II. Abdülhamit'in elektrik korkusunun sinemanın gelişimini ne yönde etkilediği, gerekse de sinemayı İstanbul'a ilk getirdiği söylenen Sigmund Weinberg hakkında verdiği bilgilerle bilinmeyen ya da yanlış, eksik bilenen bazı noktaları açığa kavuşturması bakımından, Türkiye'deki sinema araştırmacıları için büyük bir öneme sahiptir. Bütün bunların yanı sıra 1903 tarihli Osmanlı İmparatorluğu'nda yapılmış sinema nizamnamesinin de bize orijinal metnini tam çevirisiyle sunmaktadır. Sinemaya ilişkin bu hukuki düzenlemenin okuyuculara sunulması bile Türkiye'deki sinema alanına yapılmış önemli bir katkı niteliğindedir. Deki Yayınevi bu kitaptan sonra Ali Özuyar'ın Babıâli'de Sinema adlı kitabını da yine bu seri içerisinde okuyucularına sunacaktır.
Türk sinema tarihinin ve Türkiye'de sinemanın başlangıç dönemleri, bilindiği gibi, zaman zaman tartışmalara ve çatışan tezlere konu oluyor. Durum doğaldır çünkü sinema tarihçileri kabul etsinler veya etmesinler, ilk yıllar birçok açıdan karanlık yıllar olarak kalıyor ve aydınlatmaları için uzun ve uğraştırıcı bir kaynak (basın, arşiv) taraması gerekiyor... Bu zaman gerektiren, sabır gerektiren, sevgi ve anlayış gerektiren bir çalışmadır, üstelik bir de zorunluluk taşıyor: Osmanlıcayı bilmek zorunluluğu. Daha önceki iki kitabı ile bu konulara bir tarihçi sabrı ve bilgisi ile yaklaşan Ali Özuyar (bence değeri anlaşılmayan azimli araştırmacı ve kitaplık kurdu Mustafa Gökmen'in varisi sayılmalı) bize sunduğu malzemeye ek olarak bu son çalışması ile tüm araştırmacılara yeni ufuklar açıyor, her biri ayrı ve kapsamlı, yorumlu bir araştırma gerektiren bilgiler ve belgeler sunuyor. Abdülhamit'in savaş filmi tutkunluğundan, gelir vergisi ödeyen eski sinemacılara, sinemalarda dağıtılan program broşürlerinden sinema salonu dağıtımına, ilk sansür uygulamalarına, ilk kurulan şirketlere ve eskiden sinemayı düzenleyen önlemlere kadar Özuyar'ın derleyip yorumladığı belgeler ve bilgiler her konuda yeni ufuklar açıyor.
- Giovanni Scgamillo
Yayıncının Notu
Lumière kardeşlerin 1895 yılı boyunca Paris'te özel gösteriler düzenledikten sonra 28 Aralık'ta, Capucines Bulvarı'ndaki Grand Café'nin egzotik dekorasyonlu Hint Salonu'nda yaptıkları ilk gösterinin üzerinden tamı tamına 112 yıl geçmiş ve bugün sinema; yapımı, gösterimi, dağıtımı, estetiği, anlatım biçimi, oyunculuğuyla çok farklı bir sanat dalı olarak sanat tarihinde yerini almış durumda. Sinemanın bir yüzyılda katettiği bu olağanüstü başarı aslında onun ilişkide olduğu pek çok alanı da etkilemiştir. Ancak Türkiye'de bütün bunlar sinemanın gelişimi gibi çok ağır bir ilerleme göstermektedir. Ne yazık ki sinema yayıncılığı da bunlar arasındadır. Özellikle Türkiye'deki sinemanın “ilk zamanları”na ilişkin bilgi, belge ve araştırma da yok denecek kadar azdır. Ali Özuyar'ın Devleti Aliyye'de Sinema adlı çalışması işte Türkiye'de sinemanın bu “çocukluk” dönemine ilişkin pek çok soru işaretini ortadan kaldırmaya girişmiştir. Özuyar'ın çalışması gerek sinemanın Osmanlı'daki ilk zamanlarının hangi dinamiklerden etkilendiği, gerek II. Abdülhamit'in elektrik korkusunun sinemanın gelişimini ne yönde etkilediği, gerekse de sinemayı İstanbul'a ilk getirdiği söylenen Sigmund Weinberg hakkında verdiği bilgilerle bilinmeyen ya da yanlış, eksik bilenen bazı noktaları açığa kavuşturması bakımından, Türkiye'deki sinema araştırmacıları için büyük bir öneme sahiptir. Bütün bunların yanı sıra 1903 tarihli Osmanlı İmparatorluğu'nda yapılmış sinema nizamnamesinin de bize orijinal metnini tam çevirisiyle sunmaktadır. Sinemaya ilişkin bu hukuki düzenlemenin okuyuculara sunulması bile Türkiye'deki sinema alanına yapılmış önemli bir katkı niteliğindedir. Deki Yayınevi bu kitaptan sonra Ali Özuyar'ın Babıâli'de Sinema adlı kitabını da yine bu seri içerisinde okuyucularına sunacaktır.