İçimi sımsıcak saran bir mutlulukla Ayasofya'dan Beyazıt'a doğru yavaş yavaş yürüyordum; neşeli İstanbulluların keyiflerince kullandıkları, pırıl pırıl, motorlu araç trafiğine kapalı, çeşit çeşit ağaçlarla bezenip gölgelendirilmiş, kuş seslerinin su seslerine karıştığı bir Divanyolu'ydu bu. Tarifsiz güzellikler içindeydim. Bütün tufeyli binalar ortadan kaldırılmış ve iki taraftaki tarihi eserler özenle restore edilerek Hocapaşa yangınından önceki kimliklerini yeniden kazanmışlardı. Yeni binalarsa tarihi yapılarla kusursuzbir biçimde kaynaşmış görünüyor, yani “Türk İstanbul”un bütün asli çizgilerini taşıyorlardı.
Divanyolu cetvelle çizilmiş gibi dümdüz bir cadde değil, zaman zaman daralıp genişleyerek harika sürprizler hazırlayan, kendiliğinden oluşmuş bir “yol”du.
İçimi sımsıcak saran bir mutlulukla Ayasofya'dan Beyazıt'a doğru yavaş yavaş yürüyordum; neşeli İstanbulluların keyiflerince kullandıkları, pırıl pırıl, motorlu araç trafiğine kapalı, çeşit çeşit ağaçlarla bezenip gölgelendirilmiş, kuş seslerinin su seslerine karıştığı bir Divanyolu'ydu bu. Tarifsiz güzellikler içindeydim. Bütün tufeyli binalar ortadan kaldırılmış ve iki taraftaki tarihi eserler özenle restore edilerek Hocapaşa yangınından önceki kimliklerini yeniden kazanmışlardı. Yeni binalarsa tarihi yapılarla kusursuzbir biçimde kaynaşmış görünüyor, yani “Türk İstanbul”un bütün asli çizgilerini taşıyorlardı.
Divanyolu cetvelle çizilmiş gibi dümdüz bir cadde değil, zaman zaman daralıp genişleyerek harika sürprizler hazırlayan, kendiliğinden oluşmuş bir “yol”du.