Tekellerin kültürünü üretenler ve yaygınlaştıranlar “düşkıranlar“dır. Televizyon, düşkıranların başta gelen araçlarından biri; insanı uyuşturarak yaratıcılığını yok ediyor. Televizyon içerdiği müzik, sinema, dizi film, haber programlarıyla topyekun bir düşkırıcısıdır. Televizyonun insan yaşamının “boş zamanlarını“ işgal etmesi, kapitalist sistemin büyük başarısıdır. Gündüz üretimde esir edilen emekçi, gecetelevizyon karanlığında uyutulmaktadır. Tekellerin kültür sanat kuşatması altında yaşayan insan, kendi yaşamına ve ihtiyaçlarına yabancılaşmıştır. İnsanın kendini görebileceği, yaşamını bulabileceği, özgürlüğünü duyumsayabileceği gerçekçi bir sanata ihtiyacı vardır.
İnsanın eylemi içinde düşlerin yeri önemli; insan, gerçekliği güzelleştirmek ve değiştirmek için olması gerekeni düşler, düşünür ve harekete geçer.
Zengin düşler için zengin bir kültür birikimine ihtiyaç var. Bu kitaptaki incelemelerin bir bölümünde insanlığın kültür sorunu ele alınıyor. İnsanlık soyutlaması bugün hangi gerçeklikte hayat buluyor? Kapitalizmin tekelci aşamasında insanlık alabildiğine kısıtlanmıştır. Kültür de, insanın varoluş koşulları olarak bu kısıtlamanın sınırları altındadır. Tekellerin hakim olduğu bir dünya, insanı fabrikasyon mamullerin yanı sıra, fabrikasyon fikirlerin, duyguların ve imgelerin müşterisine çevirmiştir.
İnsan, yaşamının her alanında müşteri haline getirilince, en itibarlı mesleklerden birinin reklamcılık olmasına şaşmamak gerekir. Gençlerin kendileri için kurdukları gelecek düşleri, “işletmeci“ olmak ve çok para kazanmakla sınırlıdır. Müşteri bir insanlık için, pazarlamacılık mesleği, iş ilanları gazetelerinin başköşelerine yerleşmiştir.
Bu türden gerçeklerin kuşatması altında, tekellerin ekonomi politiğinin zoruyla, kültürü ve aynı anlama gelmek üzere insanlığı gerileyen bir toplumda yaşıyoruz. Bu toplumun ve dünyanın kendi karanlığı için uydurduğu bütün tanımlamaları bir kenara itmek gerekiyor. Ne “bilgi toplumu“, ne “refah ülkesi“, ne de “yeni dünya düzeni“; baştacı edilen cehaletle, önünde secdeye kapanılan dinleriyle, yalan üreten kitle iletişim sistemiyle, zorbalık ve bağımlılıklar yoluyla ayakta tutulan emperyalizmiyle yeni bir ortaçağda yaşıyoruz. Bu ortaçağa, egemeninin nitelemesiyle, tekellerin ortaçağı tanımlaması uygun düşüyor. Bu kitaptaki eleştirilerde tekellerin ortaçağında kültürün çeşitli cepheleri sorgulanıyor.
Tekellerin kültürünü üretenler ve yaygınlaştıranlar “düşkıranlar“dır. Televizyon, düşkıranların başta gelen araçlarından biri; insanı uyuşturarak yaratıcılığını yok ediyor. Televizyon içerdiği müzik, sinema, dizi film, haber programlarıyla topyekun bir düşkırıcısıdır. Televizyonun insan yaşamının “boş zamanlarını“ işgal etmesi, kapitalist sistemin büyük başarısıdır. Gündüz üretimde esir edilen emekçi, gecetelevizyon karanlığında uyutulmaktadır. Tekellerin kültür sanat kuşatması altında yaşayan insan, kendi yaşamına ve ihtiyaçlarına yabancılaşmıştır. İnsanın kendini görebileceği, yaşamını bulabileceği, özgürlüğünü duyumsayabileceği gerçekçi bir sanata ihtiyacı vardır.
İnsanın eylemi içinde düşlerin yeri önemli; insan, gerçekliği güzelleştirmek ve değiştirmek için olması gerekeni düşler, düşünür ve harekete geçer.
Zengin düşler için zengin bir kültür birikimine ihtiyaç var. Bu kitaptaki incelemelerin bir bölümünde insanlığın kültür sorunu ele alınıyor. İnsanlık soyutlaması bugün hangi gerçeklikte hayat buluyor? Kapitalizmin tekelci aşamasında insanlık alabildiğine kısıtlanmıştır. Kültür de, insanın varoluş koşulları olarak bu kısıtlamanın sınırları altındadır. Tekellerin hakim olduğu bir dünya, insanı fabrikasyon mamullerin yanı sıra, fabrikasyon fikirlerin, duyguların ve imgelerin müşterisine çevirmiştir.
İnsan, yaşamının her alanında müşteri haline getirilince, en itibarlı mesleklerden birinin reklamcılık olmasına şaşmamak gerekir. Gençlerin kendileri için kurdukları gelecek düşleri, “işletmeci“ olmak ve çok para kazanmakla sınırlıdır. Müşteri bir insanlık için, pazarlamacılık mesleği, iş ilanları gazetelerinin başköşelerine yerleşmiştir.
Bu türden gerçeklerin kuşatması altında, tekellerin ekonomi politiğinin zoruyla, kültürü ve aynı anlama gelmek üzere insanlığı gerileyen bir toplumda yaşıyoruz. Bu toplumun ve dünyanın kendi karanlığı için uydurduğu bütün tanımlamaları bir kenara itmek gerekiyor. Ne “bilgi toplumu“, ne “refah ülkesi“, ne de “yeni dünya düzeni“; baştacı edilen cehaletle, önünde secdeye kapanılan dinleriyle, yalan üreten kitle iletişim sistemiyle, zorbalık ve bağımlılıklar yoluyla ayakta tutulan emperyalizmiyle yeni bir ortaçağda yaşıyoruz. Bu ortaçağa, egemeninin nitelemesiyle, tekellerin ortaçağı tanımlaması uygun düşüyor. Bu kitaptaki eleştirilerde tekellerin ortaçağında kültürün çeşitli cepheleri sorgulanıyor.