Duvar Dergisi Sayı : 29 Ocak-Şubat 2017

Stok Kodu:
3990000054372
Boyut:
23.00x33.00
Sayfa Sayısı:
72
Basım Yeri:
İstanbul
Baskı:
1
Basım Tarihi:
2017-01
Kapak Türü:
Ciltsiz
Kağıt Türü:
2. Hamur
Dili:
Türkçe
%13 indirimli
13,37
11,63
3990000054372
560497
Duvar Dergisi Sayı : 29 Ocak-Şubat 2017
Duvar Dergisi Sayı : 29 Ocak-Şubat 2017
11.63

Albert Camus'nün harika kitabı Ilk Adam'ı yenilerde tekrar okudum. Kendisini böyle bir insan ve böyle bir yazar yapan şeyi, çocukluğunda ve gençliğinde arıyor bu kitapta. Hem de en ufak bir benmerkezcilik sergilemeden. O dönemde dünyanın nasıl bir yer olduğuna ve tarihe dair bir kitap bu.

Kitabı okuduktan sonra, beni böyle bir hikâyeci yapan şeyin ne olduğunu kendime sormaya başladım. Ve bir ipucu yakaladım. Camus'nün bulduklarıyla kıyaslanacak bir şey değil. Kısaca not edilecek tek bir içgörü.

Kendimi bildim bileli, bir tür yetim olduğumu hissetmişimdir. Beni çok seven bir ana babaya sahip olduğum için, tuhaf bir yetimlik. Hastalıklı bir durum değil söz konusu olan, çünkü yetimlik duygumu mümkün kılan, hatta besleyen bazı maddi koşullar vardı.

Annemle babamı çok az görürdüm. Evde olduğum zamanlarda Yeni Zelandalı bir dadı bakardı bana, annemse pazarda satmak için kek ve şekerleme yapardı mutfakta. 1930'lardan bahsediyorum, annemle babam belli bir hayat tarzını sürdürmekte zorlanır, iki yakayı bir araya getiremezlerdi. Dadıyla bana ayrılmış iki oda vardı ve bunlardan birinde dadımın Ağlama Dolabı dediği bir dolap yer alıyordu. Ne zaman ağlasam onun içine kapatılırdım. Zaman zaman annem yukarıya çıkıp bizim ne vaziyette olduğumuzu kontrol eder, ev yapımı bir kutu çikolatalı şekerleme getirirdi.

Küçük yaşta yatılı okula gönderildim. Bir dönem ortalama üç ay sürerdi ve annemle babam her dönem bir kere ziyaretime gelir, cumartesi öğleden sonra beni gezmeye götürürlerdi.

Ailem sadece Noel bayramında bir araya gelirdi. Amcalar, halalar, kuzenlerle üç gün süren bir şölen yaşanırdı. Daha küçük yaşlardan itibaren, görkemli Noel yemeğinin ardından, toplanmış olan aile efradına bir şeyler anlatmam ve onları güldürmem beklenirdi benden, uzaklardan gelmiş tuhaf bir ulak gibi.

On altı yaşına geldiğimde yatılı okuldan kaçtım ve Londra'da arkadaşlarımla birlikte bağımsız bir hayat sürmenin bir yolunu buldum. İdare ediyorduk. Noel zamanı kutlama için bizimkileri ziyaret ederdik. İlk motorumu bana babam hediye etti. On sekiz yaşındayken babamdan bana poz vermesini istedim ve portresini yaptım. Çocukken ressam olmak istemiş ama ailesi izin vermemiş. Yine de madeni bir levha üzerine yaptığı yıldızçiçeği resmini hatıra olarak saklardı, çocukken bu resimli levha benim için bir nevi tılsımdı.

İnsan yetim oldu mu kendi ayakları üzerinde durmayı ve bunu yapmasını sağlayacak her türlü numarayı öğreniyor. Kendi işini kendi görüyor.

Dört-beş yaşlarından itibaren kendi işini kendi gören birisi olarak, karşılaştığım herkese kendim gibi yetimmiş muamelesi yaptım. Sanırım hâlâ da öyle davranıyorum.

Gizli bir yetimler ittifakı öneririm. Birbirimize göz kırrparız. Hiyerarşiyi reddederiz. Her türlü hiyerarşiyi. Dünyanın pisliğini olduğu gibi kabullenir, buna rağmen nasıl hayatta kaldığımıza dair hikâyeleri paylaşırız. Münasebetsiziz biz, kopuğuz. Evrendeki yıldızların yarısından fazlası hiçbir takımyıldıza ait olmayan yetim yıldızlardır. Takımyıldızların hepsinden daha fazla ışık verirler.

Evet münasebetsiziz. Sanırım okurlara da bu şekilde yaklaşıyorum ve onlarla aynı şekilde sohbet ediyorum. Sanki siz de yetimmişsiniz gibi.

Albert Camus'nün harika kitabı Ilk Adam'ı yenilerde tekrar okudum. Kendisini böyle bir insan ve böyle bir yazar yapan şeyi, çocukluğunda ve gençliğinde arıyor bu kitapta. Hem de en ufak bir benmerkezcilik sergilemeden. O dönemde dünyanın nasıl bir yer olduğuna ve tarihe dair bir kitap bu.

Kitabı okuduktan sonra, beni böyle bir hikâyeci yapan şeyin ne olduğunu kendime sormaya başladım. Ve bir ipucu yakaladım. Camus'nün bulduklarıyla kıyaslanacak bir şey değil. Kısaca not edilecek tek bir içgörü.

Kendimi bildim bileli, bir tür yetim olduğumu hissetmişimdir. Beni çok seven bir ana babaya sahip olduğum için, tuhaf bir yetimlik. Hastalıklı bir durum değil söz konusu olan, çünkü yetimlik duygumu mümkün kılan, hatta besleyen bazı maddi koşullar vardı.

Annemle babamı çok az görürdüm. Evde olduğum zamanlarda Yeni Zelandalı bir dadı bakardı bana, annemse pazarda satmak için kek ve şekerleme yapardı mutfakta. 1930'lardan bahsediyorum, annemle babam belli bir hayat tarzını sürdürmekte zorlanır, iki yakayı bir araya getiremezlerdi. Dadıyla bana ayrılmış iki oda vardı ve bunlardan birinde dadımın Ağlama Dolabı dediği bir dolap yer alıyordu. Ne zaman ağlasam onun içine kapatılırdım. Zaman zaman annem yukarıya çıkıp bizim ne vaziyette olduğumuzu kontrol eder, ev yapımı bir kutu çikolatalı şekerleme getirirdi.

Küçük yaşta yatılı okula gönderildim. Bir dönem ortalama üç ay sürerdi ve annemle babam her dönem bir kere ziyaretime gelir, cumartesi öğleden sonra beni gezmeye götürürlerdi.

Ailem sadece Noel bayramında bir araya gelirdi. Amcalar, halalar, kuzenlerle üç gün süren bir şölen yaşanırdı. Daha küçük yaşlardan itibaren, görkemli Noel yemeğinin ardından, toplanmış olan aile efradına bir şeyler anlatmam ve onları güldürmem beklenirdi benden, uzaklardan gelmiş tuhaf bir ulak gibi.

On altı yaşına geldiğimde yatılı okuldan kaçtım ve Londra'da arkadaşlarımla birlikte bağımsız bir hayat sürmenin bir yolunu buldum. İdare ediyorduk. Noel zamanı kutlama için bizimkileri ziyaret ederdik. İlk motorumu bana babam hediye etti. On sekiz yaşındayken babamdan bana poz vermesini istedim ve portresini yaptım. Çocukken ressam olmak istemiş ama ailesi izin vermemiş. Yine de madeni bir levha üzerine yaptığı yıldızçiçeği resmini hatıra olarak saklardı, çocukken bu resimli levha benim için bir nevi tılsımdı.

İnsan yetim oldu mu kendi ayakları üzerinde durmayı ve bunu yapmasını sağlayacak her türlü numarayı öğreniyor. Kendi işini kendi görüyor.

Dört-beş yaşlarından itibaren kendi işini kendi gören birisi olarak, karşılaştığım herkese kendim gibi yetimmiş muamelesi yaptım. Sanırım hâlâ da öyle davranıyorum.

Gizli bir yetimler ittifakı öneririm. Birbirimize göz kırrparız. Hiyerarşiyi reddederiz. Her türlü hiyerarşiyi. Dünyanın pisliğini olduğu gibi kabullenir, buna rağmen nasıl hayatta kaldığımıza dair hikâyeleri paylaşırız. Münasebetsiziz biz, kopuğuz. Evrendeki yıldızların yarısından fazlası hiçbir takımyıldıza ait olmayan yetim yıldızlardır. Takımyıldızların hepsinden daha fazla ışık verirler.

Evet münasebetsiziz. Sanırım okurlara da bu şekilde yaklaşıyorum ve onlarla aynı şekilde sohbet ediyorum. Sanki siz de yetimmişsiniz gibi.

Yorum yaz
Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat