“Düşünen beyin” ile “hisseden beyin” birlikteliğini ön plana çıkaran duygusal zeka olgusu psikoloji, sosyoloji, klinik çalışmaların yanı sıra, iletişim, işletme ve pazarlama literatürünün giderek artan ilgi odağı… Bir insanın yaşamının ortalama kırk-elli yılı çalışarak geçmekte. Oldukça uzun bu zaman dilimi pek çok duyguyu hafızalara kalıcı deneyimler olarak yerleştirmekte; ilk işe giriş, kazanılan başarılar, kaybedilenler, terfiler, işten çıkarılmalar, paylaşılanlar, hayal kırıklıkları, cesaret, umutlar, korkular, mutluluk gibi….
Vince'in ifadesiyle, “Her organizasyon duygusal bir ortamdır çünkü bireyin fonksiyonlarına bağlı olan ve amaçlarına hizmet etmek üzere kurgulanan bir insan icadıdır. Duygu bağlı olduğu yapı içine sistemi yaratır ve devam ettirir. Bireyler ve takımlar devamlı biçimde kendilerini, hem kaçınılması gerekli duyguları (öfke, kin, nefret gibi) hem de duygusal tepkilerini, örgütsel kuralları temel alarak organize etmeye çalışırlar.”
Çalışanların işe yüreğini ve sevgilerini katmaları işin kalitesini yükseltiyor. Güçlü markaların, güçlü kurumların, güçlü liderlerin arkasında güçlü duygular yatıyor. İnsanlar duygu deneyimlerini sürekli olarak marka, birey ve kurumlara yüklüyorlar. Bu ise onların iş ilişkilerini sürdürme, satın alma, birlikte çalışma, üretme, çözme gibi rasyonel eylem ve kararlarına yön veriyor.
Çalışmada duygusal zeki organizasyonların özellikleri ve çalışanların sergiledikleri duygusal emeğin organizasyonlar üzerindeki etkileri araştırılıyor. Duygusal zeka kavramı, insanı sosyal sermaye olarak gören bir bakış açısı ile örgütsel yaşam pratikleri, insan kaynakları uygulamaları, yeni liderlik ve takım yönetimi paradigmaları eşliğinde sunuluyor. Çalışmada ayrıca pozitif duygu iklimini üretme yolları, duygusal emek kuralları ve duygusal okuryazarlık gelişimi üzerinde duruluyor.
Bu kitap psikolojiyi insan ilişkileri ve yönetimi ile buluşturan bir bakış açısı ile ilgili akademik alan yazınının gereksinimlerini karşılamak üzere tasarlandı. Kapitalizm gerçeğinin hislerimizi ve tepkilerimizi kendi düzenine uyarladığı, özel yaşamın ve duyguların ticarileştiği bir ortamda, duyguların örgütsel yaşam içindeki katkı ve değerini ortaya koymak kanımızca faydalı olacaktır. Öğrenciler, eğitmenler, profesyoneller ve iş yaşamını merak eden herkes için bu çalışmanın beklentileri karşılaması dileğiyle.
“Düşünen beyin” ile “hisseden beyin” birlikteliğini ön plana çıkaran duygusal zeka olgusu psikoloji, sosyoloji, klinik çalışmaların yanı sıra, iletişim, işletme ve pazarlama literatürünün giderek artan ilgi odağı… Bir insanın yaşamının ortalama kırk-elli yılı çalışarak geçmekte. Oldukça uzun bu zaman dilimi pek çok duyguyu hafızalara kalıcı deneyimler olarak yerleştirmekte; ilk işe giriş, kazanılan başarılar, kaybedilenler, terfiler, işten çıkarılmalar, paylaşılanlar, hayal kırıklıkları, cesaret, umutlar, korkular, mutluluk gibi….
Vince'in ifadesiyle, “Her organizasyon duygusal bir ortamdır çünkü bireyin fonksiyonlarına bağlı olan ve amaçlarına hizmet etmek üzere kurgulanan bir insan icadıdır. Duygu bağlı olduğu yapı içine sistemi yaratır ve devam ettirir. Bireyler ve takımlar devamlı biçimde kendilerini, hem kaçınılması gerekli duyguları (öfke, kin, nefret gibi) hem de duygusal tepkilerini, örgütsel kuralları temel alarak organize etmeye çalışırlar.”
Çalışanların işe yüreğini ve sevgilerini katmaları işin kalitesini yükseltiyor. Güçlü markaların, güçlü kurumların, güçlü liderlerin arkasında güçlü duygular yatıyor. İnsanlar duygu deneyimlerini sürekli olarak marka, birey ve kurumlara yüklüyorlar. Bu ise onların iş ilişkilerini sürdürme, satın alma, birlikte çalışma, üretme, çözme gibi rasyonel eylem ve kararlarına yön veriyor.
Çalışmada duygusal zeki organizasyonların özellikleri ve çalışanların sergiledikleri duygusal emeğin organizasyonlar üzerindeki etkileri araştırılıyor. Duygusal zeka kavramı, insanı sosyal sermaye olarak gören bir bakış açısı ile örgütsel yaşam pratikleri, insan kaynakları uygulamaları, yeni liderlik ve takım yönetimi paradigmaları eşliğinde sunuluyor. Çalışmada ayrıca pozitif duygu iklimini üretme yolları, duygusal emek kuralları ve duygusal okuryazarlık gelişimi üzerinde duruluyor.
Bu kitap psikolojiyi insan ilişkileri ve yönetimi ile buluşturan bir bakış açısı ile ilgili akademik alan yazınının gereksinimlerini karşılamak üzere tasarlandı. Kapitalizm gerçeğinin hislerimizi ve tepkilerimizi kendi düzenine uyarladığı, özel yaşamın ve duyguların ticarileştiği bir ortamda, duyguların örgütsel yaşam içindeki katkı ve değerini ortaya koymak kanımızca faydalı olacaktır. Öğrenciler, eğitmenler, profesyoneller ve iş yaşamını merak eden herkes için bu çalışmanın beklentileri karşılaması dileğiyle.