On dokuzuncu yüzyıl, genel olarak “Osmanlı modernleşmesi” de denilen siyasal, iktisadi, kültürel ve edebi yeniliklerin yaşandığı bir dönemdir. “Batılılaşma” adı da verilen bu hareketlere neden olan itici güçleri şu şekilde sıralamak mümkündür: On beşinci ve on altıncı yüzyıllarda önce Rönesans ve Reform hareketleri, sonrasında ise ticaret yollarının değişmesi ile Osmanlı Devleti'nin düşük fiyatlı bir hammadde kaynağı haline gelmesi ve bu durumun on dokuzuncu yüzyılın ortalarında Batı'da oluşan Sanayi Devrimi ile hızlanmasıdır. Tüm bunların etkisi ile Osmanlı Devleti'nde daha öncekilerin aksine sadece askeri alanlarda değil, kültürel ve iktisadi alanlarda da bir değişim zorunlu hale gelmiş ve bu şekilde “Batılılaşma” hareketleri başlamıştır. On dokuzuncu yüzyıl, bu alanlarda olduğu gibi Türk edebiyatında da bir dönüm noktasıdır, çünkü Batı'da var olan bazı edebi türler yüzyılın ikinci yarısından itibaren edebiyatımızda da görülmeye başlamıştır. Bu yeni türler arasında özellikle romanın önemli ve etkili bir yeri vardır. Öte yandan romanı oluşturan sosyal ve kültürel hayatın Osmanlı toplumunda olmaması, anlatım tekniği, roman dili ve üslubu çevresindeki yetersizlikler ve bazı araştırmacıların vurguladıkları sansürün ağır baskısı (Finn, 2003, 7-8) ile roman, bu dönemde istenen yetkinliğe ulaşamamıştır.
On dokuzuncu yüzyıl, genel olarak “Osmanlı modernleşmesi” de denilen siyasal, iktisadi, kültürel ve edebi yeniliklerin yaşandığı bir dönemdir. “Batılılaşma” adı da verilen bu hareketlere neden olan itici güçleri şu şekilde sıralamak mümkündür: On beşinci ve on altıncı yüzyıllarda önce Rönesans ve Reform hareketleri, sonrasında ise ticaret yollarının değişmesi ile Osmanlı Devleti'nin düşük fiyatlı bir hammadde kaynağı haline gelmesi ve bu durumun on dokuzuncu yüzyılın ortalarında Batı'da oluşan Sanayi Devrimi ile hızlanmasıdır. Tüm bunların etkisi ile Osmanlı Devleti'nde daha öncekilerin aksine sadece askeri alanlarda değil, kültürel ve iktisadi alanlarda da bir değişim zorunlu hale gelmiş ve bu şekilde “Batılılaşma” hareketleri başlamıştır. On dokuzuncu yüzyıl, bu alanlarda olduğu gibi Türk edebiyatında da bir dönüm noktasıdır, çünkü Batı'da var olan bazı edebi türler yüzyılın ikinci yarısından itibaren edebiyatımızda da görülmeye başlamıştır. Bu yeni türler arasında özellikle romanın önemli ve etkili bir yeri vardır. Öte yandan romanı oluşturan sosyal ve kültürel hayatın Osmanlı toplumunda olmaması, anlatım tekniği, roman dili ve üslubu çevresindeki yetersizlikler ve bazı araştırmacıların vurguladıkları sansürün ağır baskısı (Finn, 2003, 7-8) ile roman, bu dönemde istenen yetkinliğe ulaşamamıştır.