Dünya siyasi, askeri, ekonomik, kültürel ve ahlâkî olarak büyük bir bunalım geçirmektedir. Dünyanın efendileri, karanlık komiteler ve hegemonik güçler kararlarıyla, küreselleşme ve teknolojik gelişmeler olumlu ve olumsuz taraflarıyla toplumları ve devletleri değiştirip dönüştürmekte ve savurmaktadır. Bu dönüşüm ve savrulmalardan dinler, ekonomik sistemler, kültürler ve ideolojiler de payını almakta ve etkilenmektedirler.
Ülke ve toplumların değişim dönüşüm savrulma serüvenleri güvenlik problemini öne çıkarmaktadır. Gelinen noktada insan, toplum ve ülkelerin mikro ve makro olarak her alanda güvenliği tehdit altındadır. Bunun için dinlerin ve ekonomik sistemlerin yeni çözümler üretmeleri, eğitim, kültür ve ahlaki dinamiklerini harekete geçirmeleri ve kendilerine yeni paradigmalar oluşturmalarına ihtiyaç vardır.
Bir ülkenin üç hayati önceliği ve amacı vardır: Güvenlik, özgürlük ve refah. Güvenlik, ülke ve insanların güvenliğini; özgürlük, bireyin güvenliğini; refah ise, vatandaşların insanca yaşayabilecek bir hayata kavuşmalarına işaret eder.Günümüzde bir devletin gücü, ilk aşamada ekonomik güç olarak ortaya çıkmaktadır. Yeterli ekonomik güce sahip olan bir devlet, milli güvenliğini, siyasal bağımsızlığını sağlayacak imkanı yaratabilmektedir. Ekonomik gücünü kaybeden, gerekli ekonomik güce sahip olmayan toplumlar, günümüz dünyasında milli güvenliklerini sağlamada ciddi problemler ile karşılaşmaktadırlar.
Ekonominin güvenliği üç aşamalıdır. Birinci aşama, ekonomik yapının küresel ölçeklerde üretim, rekabet ve kalite olanaklarına sahip olmasının sağlanması; ikinci aşama, ekonomik yapının yukarıda ifade edilen olanaklarla donatılmasını ve sürdürülmesini sağlayacak bir yönetime sahip olmasının sağlanması; üçüncü aşama ise, kurumsal ve sektörel olarak ekonomik yapının fiziki ve stratejik güvenliğinin sağlanmasıdır.
Ekonomik güvenlik, bir devletin güvenliğini ve bütünlüğünü oluşturan en temel unsurlardan olup ulusal güvenlik stratejisinin bir parçasıdır. Dünya üzerindeki ulusal güvenlik kavramının soğuk savaşın bitişinden sonra ekonomik güvenliğe kaydığı görülmektedir.
Dünya siyasi, askeri, ekonomik, kültürel ve ahlâkî olarak büyük bir bunalım geçirmektedir. Dünyanın efendileri, karanlık komiteler ve hegemonik güçler kararlarıyla, küreselleşme ve teknolojik gelişmeler olumlu ve olumsuz taraflarıyla toplumları ve devletleri değiştirip dönüştürmekte ve savurmaktadır. Bu dönüşüm ve savrulmalardan dinler, ekonomik sistemler, kültürler ve ideolojiler de payını almakta ve etkilenmektedirler.
Ülke ve toplumların değişim dönüşüm savrulma serüvenleri güvenlik problemini öne çıkarmaktadır. Gelinen noktada insan, toplum ve ülkelerin mikro ve makro olarak her alanda güvenliği tehdit altındadır. Bunun için dinlerin ve ekonomik sistemlerin yeni çözümler üretmeleri, eğitim, kültür ve ahlaki dinamiklerini harekete geçirmeleri ve kendilerine yeni paradigmalar oluşturmalarına ihtiyaç vardır.
Bir ülkenin üç hayati önceliği ve amacı vardır: Güvenlik, özgürlük ve refah. Güvenlik, ülke ve insanların güvenliğini; özgürlük, bireyin güvenliğini; refah ise, vatandaşların insanca yaşayabilecek bir hayata kavuşmalarına işaret eder.Günümüzde bir devletin gücü, ilk aşamada ekonomik güç olarak ortaya çıkmaktadır. Yeterli ekonomik güce sahip olan bir devlet, milli güvenliğini, siyasal bağımsızlığını sağlayacak imkanı yaratabilmektedir. Ekonomik gücünü kaybeden, gerekli ekonomik güce sahip olmayan toplumlar, günümüz dünyasında milli güvenliklerini sağlamada ciddi problemler ile karşılaşmaktadırlar.
Ekonominin güvenliği üç aşamalıdır. Birinci aşama, ekonomik yapının küresel ölçeklerde üretim, rekabet ve kalite olanaklarına sahip olmasının sağlanması; ikinci aşama, ekonomik yapının yukarıda ifade edilen olanaklarla donatılmasını ve sürdürülmesini sağlayacak bir yönetime sahip olmasının sağlanması; üçüncü aşama ise, kurumsal ve sektörel olarak ekonomik yapının fiziki ve stratejik güvenliğinin sağlanmasıdır.
Ekonomik güvenlik, bir devletin güvenliğini ve bütünlüğünü oluşturan en temel unsurlardan olup ulusal güvenlik stratejisinin bir parçasıdır. Dünya üzerindeki ulusal güvenlik kavramının soğuk savaşın bitişinden sonra ekonomik güvenliğe kaydığı görülmektedir.