Sosyologlar, insan doğası kavramından farklı bağlamlarda söz ederler. Ama çoğunluğu, insan doğası kavramının, insanın eylemi ve bilincinin, altında yattığı varsayılan öz ve onu gevşek bir biçimde belirleyen karakteristik özelliklerin tanınmasını içermektedir. Bu öğelerin tamamı bileşiminin nasıl olduğu tartışma konusudur. Ama, felsefi tartışmadan sakınarak bu 21. yüzyılın ilk çeyreğinde insanın konumuna bakmak gerekir. II. Dünya Savaşı'ndan sonra, özellikle batı dünyası, ulus devlet yapılanmalarını da geride bırakarak, tüm enerjisini, ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal gücünü “insan ve temel hak ve özgürlüklerinin korunması ve geliştirilmesi çevresinde” odaklamış bulunmaktadır.
Ne yazık ki, Üçüncü Dünya ve İslam ülkeleri bu evrensel gelişmelere karşı direnmişlerdir. Bu bağlamda, ülkemizde, bu dünyada uhrevi yaşam biçiminin yerleşmesine, açıkça çaba göstermektedir. Demokrasi ve hukuk devleti, hiç olmazsa yerleşmeye yüz tutmadıkça temel hak ve özgürlüklerin kazanılması ve geliştirilmesi olanaksızdır. Hak ve özgürlüklerin, barışçıl yöntemlerle kazanılmasının da olanaksız olduğu anlamına gelmemelidir.
Sosyologlar, insan doğası kavramından farklı bağlamlarda söz ederler. Ama çoğunluğu, insan doğası kavramının, insanın eylemi ve bilincinin, altında yattığı varsayılan öz ve onu gevşek bir biçimde belirleyen karakteristik özelliklerin tanınmasını içermektedir. Bu öğelerin tamamı bileşiminin nasıl olduğu tartışma konusudur. Ama, felsefi tartışmadan sakınarak bu 21. yüzyılın ilk çeyreğinde insanın konumuna bakmak gerekir. II. Dünya Savaşı'ndan sonra, özellikle batı dünyası, ulus devlet yapılanmalarını da geride bırakarak, tüm enerjisini, ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal gücünü “insan ve temel hak ve özgürlüklerinin korunması ve geliştirilmesi çevresinde” odaklamış bulunmaktadır.
Ne yazık ki, Üçüncü Dünya ve İslam ülkeleri bu evrensel gelişmelere karşı direnmişlerdir. Bu bağlamda, ülkemizde, bu dünyada uhrevi yaşam biçiminin yerleşmesine, açıkça çaba göstermektedir. Demokrasi ve hukuk devleti, hiç olmazsa yerleşmeye yüz tutmadıkça temel hak ve özgürlüklerin kazanılması ve geliştirilmesi olanaksızdır. Hak ve özgürlüklerin, barışçıl yöntemlerle kazanılmasının da olanaksız olduğu anlamına gelmemelidir.