Ey meçhul ömrümün faili, acının gözdesi, aşkın cahili
İçimde, sorguya çekilen her duygu müebbet yemişti ondan, her aşk sözcüğü dışlanmış ve her dokunuş yasaklanmış; ne sevmeye müsaitti, ne de unutulmaya…
Fazla gelen her ne varsa eksiğini bulmuştu onda, eksik olan her şey ise eksilmişti fazlasından. Bırakılmış ya da unutulmuştu dünyasında aşkın her türlüsü, yorulmuştu daha bir adım bile atmadan. Ümit en koyu gerçeğe sarılıp, yarınlarını öldürmüştü, soğukkanlı bir edayla. Şimdi sorabilseydim ona: aşkın sen hali ne demek, ne diye aşk sende böyle güzel durur? Niye gecenin rengi yakışır sana, nasıl bir sabah çağırır seni? Yerim yok muydu, hiçbir hayalinde sığamaz mıydı dünyana, bir avuç yüreğim?
Günlerin şahadeti değil , zamanın ihaneti yaratılmıştı onu en çok da. Oysa sevgi serbest oldukça; derdest olmalıydı gönül. Hangi sahiplenilmiş hayatın başıboş gerçeğisin sen, hangi dilin perçini, hangi yüzün perçemisin? Hazırlıksızdım sana, sere serpeydi tüm hayatım, arınmamıştı daha günahından. Aşk'ın Kabesi'ne dönüp her el açışımda, amin demeye el vermezdi yüreğim. Kader inancımdandı belki bu suskun kabullenişlerim, belki de bu yüzdendi geri dönen her duayı israf eden gülüşlerim ve bakakaldı her kalana için için gidişlerim. Söylesene şimdi bana; hangi gece alır beni, hangi saat kabul eder, hangi acı bulur beni, hangi dönüş teskin eder? Diyebilseydim hiç değilse birkaç söz, şiirler yazdıran sevgiliye söyleyebilseydim;
Ne sen suçlu gözümde, ne bil ki ben yüreksiz,
Ne aşka koca bir yalan; ne bu hayat gereksiz…
Bilmem niye böyledir, hayat böyle amansız?
Mutluluğum bir anlık; acılarım zamansız…
Ey meçhul ömrümün faili, acının gözdesi, aşkın cahili
İçimde, sorguya çekilen her duygu müebbet yemişti ondan, her aşk sözcüğü dışlanmış ve her dokunuş yasaklanmış; ne sevmeye müsaitti, ne de unutulmaya…
Fazla gelen her ne varsa eksiğini bulmuştu onda, eksik olan her şey ise eksilmişti fazlasından. Bırakılmış ya da unutulmuştu dünyasında aşkın her türlüsü, yorulmuştu daha bir adım bile atmadan. Ümit en koyu gerçeğe sarılıp, yarınlarını öldürmüştü, soğukkanlı bir edayla. Şimdi sorabilseydim ona: aşkın sen hali ne demek, ne diye aşk sende böyle güzel durur? Niye gecenin rengi yakışır sana, nasıl bir sabah çağırır seni? Yerim yok muydu, hiçbir hayalinde sığamaz mıydı dünyana, bir avuç yüreğim?
Günlerin şahadeti değil , zamanın ihaneti yaratılmıştı onu en çok da. Oysa sevgi serbest oldukça; derdest olmalıydı gönül. Hangi sahiplenilmiş hayatın başıboş gerçeğisin sen, hangi dilin perçini, hangi yüzün perçemisin? Hazırlıksızdım sana, sere serpeydi tüm hayatım, arınmamıştı daha günahından. Aşk'ın Kabesi'ne dönüp her el açışımda, amin demeye el vermezdi yüreğim. Kader inancımdandı belki bu suskun kabullenişlerim, belki de bu yüzdendi geri dönen her duayı israf eden gülüşlerim ve bakakaldı her kalana için için gidişlerim. Söylesene şimdi bana; hangi gece alır beni, hangi saat kabul eder, hangi acı bulur beni, hangi dönüş teskin eder? Diyebilseydim hiç değilse birkaç söz, şiirler yazdıran sevgiliye söyleyebilseydim;
Ne sen suçlu gözümde, ne bil ki ben yüreksiz,
Ne aşka koca bir yalan; ne bu hayat gereksiz…
Bilmem niye böyledir, hayat böyle amansız?
Mutluluğum bir anlık; acılarım zamansız…