Bir yazarın biyografisi, bir huzursuzluğun romanı...
Şair, yazar, gazeteci Sefa Kaplan (1956), lise son sınıfta okurken Huzur'u "birdenbire" ellerinde bulmasıyla başlayan, "Ahmet Hamdi Tanpınar'ın hocalık yaptığı kürsüde asistan olabilmek amacıyla" İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne girmesiyle devam eden ve bugüne kadar şiddetini ve yoğunluğunu artırarak bir ömürdür süren Ahmet Hamdi Tanpınar hayranlığını, dikkatini, ilgisini şimdilik bu kitapla noktalıyor.
Şurası bir hakikat ki, Geç Kalan Adam bir Tanpınar biyografisi. Ama, "Hayatı-Sanatı-Eserleri" kalıbını izleyen bildik yazar biyografilerinin bir hayli dışında ve üstünde. Tanpınar'la Kaplan'ın mektuplaşmalarını da içeren, alışılmışın dışındaki romanvari yapısı, elimizdeki metnin biyografi olmaktan çıkıp neredeyse bir otobiyografiye dönüşmesini sağlıyor. Biyografi yazarı olarak Kaplan'ın, Tanpınar'ı Tanpınar yapan efsanevi üsluba müthiş hâkimiyetini de her sayfada apaçık görmemiz mümkün. Böylece, 20. yüzyılın (neden söylememeli: gelecek yüzyılların da!) Türkçesinin bu büyük ve özel yazarının bütün hayatında "ferdî saadet" ile "fikrî saadet" arasındaki huzursuz gidiş-gelişlerini, sadece o kadar istediği halde ancak 52 yaşında gidebildiği Paris'e değil her yere ve her şeye geç kalışlarını, bir Tanpınar romanı içinde yol alırmışçasına ve herhalde onun da seveceği bir film seyreder gibi takip ediyoruz.
Bir yazarın biyografisi, bir huzursuzluğun romanı...
Şair, yazar, gazeteci Sefa Kaplan (1956), lise son sınıfta okurken Huzur'u "birdenbire" ellerinde bulmasıyla başlayan, "Ahmet Hamdi Tanpınar'ın hocalık yaptığı kürsüde asistan olabilmek amacıyla" İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne girmesiyle devam eden ve bugüne kadar şiddetini ve yoğunluğunu artırarak bir ömürdür süren Ahmet Hamdi Tanpınar hayranlığını, dikkatini, ilgisini şimdilik bu kitapla noktalıyor.
Şurası bir hakikat ki, Geç Kalan Adam bir Tanpınar biyografisi. Ama, "Hayatı-Sanatı-Eserleri" kalıbını izleyen bildik yazar biyografilerinin bir hayli dışında ve üstünde. Tanpınar'la Kaplan'ın mektuplaşmalarını da içeren, alışılmışın dışındaki romanvari yapısı, elimizdeki metnin biyografi olmaktan çıkıp neredeyse bir otobiyografiye dönüşmesini sağlıyor. Biyografi yazarı olarak Kaplan'ın, Tanpınar'ı Tanpınar yapan efsanevi üsluba müthiş hâkimiyetini de her sayfada apaçık görmemiz mümkün. Böylece, 20. yüzyılın (neden söylememeli: gelecek yüzyılların da!) Türkçesinin bu büyük ve özel yazarının bütün hayatında "ferdî saadet" ile "fikrî saadet" arasındaki huzursuz gidiş-gelişlerini, sadece o kadar istediği halde ancak 52 yaşında gidebildiği Paris'e değil her yere ve her şeye geç kalışlarını, bir Tanpınar romanı içinde yol alırmışçasına ve herhalde onun da seveceği bir film seyreder gibi takip ediyoruz.