Çünkü ağlamazdı Rumeli insanı. Ağıt yakmazdı. Tefekkür ve tevekkül ederdi. Onlar milyonlarca hikâye içerisinde birer küçük damlaydı. Onlar Ege'nin sularında kutsanmış ve denize vuran yakamozun pırıltılarında parlamışlardı. Hikâyeleri burada bitmemiş, torunları tarafından ağızdan ağıza anlatılmıştı. Onlar gitmeyi de, gitmemeyi de en iyi bilenlerdi. Onlar bizim atamız, soyumuz, ceddimiz... Onlar bizim hikâyemizdi. Onlar bizdi. Biz onlardık.
Geçmişten şimdiye uzanan hikâyelerin rüzgârına kapılmış bir yazar... Ailesindeki kadınların izini süren bir kâşif... Dört kadının da müşterek kaderi olan yolculuklar, bavullar, mektuplar ve acılar her şeye rağmen umutla birbirine bağlanıyor. Nafia Hanım'la başlayan hikâye, Mediha ve Leman ile devam ediyor ve yazar kadının ellerinde can buluyor.
İrem Uzunhasanoğlu, Mubadillerin 1910'larda Yunanistan'da başlayan zorunlu göç hikâyesini, oradan oraya sürüklenen annelerin gözünden anlatarak tarihle aramızdaki mesafenin o kadar uzak olmadığını, elimizi uzatsak hissedebileceğimiz ama niyeyse görmeyi tercih etmediğimiz kaderleri dinlemenin ne kadar önemli olduğunu hatırlatıyor. Ve bir selam yolluyor Ege Denizi'nin her iki yakasına ve zeytin ağaçlarına ve sakız kokusuna ve derin maviye...
Çünkü ağlamazdı Rumeli insanı. Ağıt yakmazdı. Tefekkür ve tevekkül ederdi. Onlar milyonlarca hikâye içerisinde birer küçük damlaydı. Onlar Ege'nin sularında kutsanmış ve denize vuran yakamozun pırıltılarında parlamışlardı. Hikâyeleri burada bitmemiş, torunları tarafından ağızdan ağıza anlatılmıştı. Onlar gitmeyi de, gitmemeyi de en iyi bilenlerdi. Onlar bizim atamız, soyumuz, ceddimiz... Onlar bizim hikâyemizdi. Onlar bizdi. Biz onlardık.
Geçmişten şimdiye uzanan hikâyelerin rüzgârına kapılmış bir yazar... Ailesindeki kadınların izini süren bir kâşif... Dört kadının da müşterek kaderi olan yolculuklar, bavullar, mektuplar ve acılar her şeye rağmen umutla birbirine bağlanıyor. Nafia Hanım'la başlayan hikâye, Mediha ve Leman ile devam ediyor ve yazar kadının ellerinde can buluyor.
İrem Uzunhasanoğlu, Mubadillerin 1910'larda Yunanistan'da başlayan zorunlu göç hikâyesini, oradan oraya sürüklenen annelerin gözünden anlatarak tarihle aramızdaki mesafenin o kadar uzak olmadığını, elimizi uzatsak hissedebileceğimiz ama niyeyse görmeyi tercih etmediğimiz kaderleri dinlemenin ne kadar önemli olduğunu hatırlatıyor. Ve bir selam yolluyor Ege Denizi'nin her iki yakasına ve zeytin ağaçlarına ve sakız kokusuna ve derin maviye...