Bu kitapta; 1985-1989 yılları arasında baskı ve zulüm altında Türkiye'ye göçmek zorunda bırakılan 300 binin üzerindeBulgaristan Türkü'nün yaşadıklarını tanıkların anlatımlarından okuyacaksınız...
“Gözleriniz sabunun verdiği acıyla yandı mı hiç? Kör olduğunuzu zannedersiniz. İşte ben de aynen öyle kör olduğumu hissetmiştim. Yeni adımla biri bana ilk defa sesleniyordu. Adeta sanki bir damga idi bizlere....
Şimdi nerede bulunuyorsunuz biliyormusunuz? Burası Belene Adası! Kemikleriniz burada çürüyecek!!
Belene Belene olalı böyle zulüm görmemiştir!
O an zamanın durduğu gibi kalbim atmayı, ciğerlerim nefes almayı unuttu. Taştan bir heykeldim. Sara krizindeymişim gibi gırtlağımdan hırıltılar çıkıyordu. Bedenim ağlıyordu. Baba! Baba! Babaaa!Sessiz çığlıklarımı hiçbir şey duymak istemedi. Kirli atletimi başım üzerine getirdi, sütyenimi yukarıya sıyırdı. Yaşadıklarımdan karanlıklar utandı, yer gök utandı, gece utandı. Rutubet içindeki pis hücre koğuşu utandı. Demir ranza utandı. Hatta hücredeki fare utandı. İnsanlık utandı, ağladı ama o utanmadı! Zevk aldı defalarca!
Dinimi, dilimi, Türk adımı bu zalimliğe yem etmeyerek. Nice Ahmet'ler, Ayşe'ler, Mustafa'lar, Zeynep'ler bu uğurda gitti. Kimliğimize, Türklüğümüze, dilimize, dinimize varlığımız kadar yokluğumuz da armağan olsun.
En önemlisi biz artık güvende idik. Biz artık Anavatan topraklarında idik. Biz artık HÜR ve TÜRK'tük. Ve biz artık GÖÇ'tük!”
Bu kitapta; 1985-1989 yılları arasında baskı ve zulüm altında Türkiye'ye göçmek zorunda bırakılan 300 binin üzerindeBulgaristan Türkü'nün yaşadıklarını tanıkların anlatımlarından okuyacaksınız...
“Gözleriniz sabunun verdiği acıyla yandı mı hiç? Kör olduğunuzu zannedersiniz. İşte ben de aynen öyle kör olduğumu hissetmiştim. Yeni adımla biri bana ilk defa sesleniyordu. Adeta sanki bir damga idi bizlere....
Şimdi nerede bulunuyorsunuz biliyormusunuz? Burası Belene Adası! Kemikleriniz burada çürüyecek!!
Belene Belene olalı böyle zulüm görmemiştir!
O an zamanın durduğu gibi kalbim atmayı, ciğerlerim nefes almayı unuttu. Taştan bir heykeldim. Sara krizindeymişim gibi gırtlağımdan hırıltılar çıkıyordu. Bedenim ağlıyordu. Baba! Baba! Babaaa!Sessiz çığlıklarımı hiçbir şey duymak istemedi. Kirli atletimi başım üzerine getirdi, sütyenimi yukarıya sıyırdı. Yaşadıklarımdan karanlıklar utandı, yer gök utandı, gece utandı. Rutubet içindeki pis hücre koğuşu utandı. Demir ranza utandı. Hatta hücredeki fare utandı. İnsanlık utandı, ağladı ama o utanmadı! Zevk aldı defalarca!
Dinimi, dilimi, Türk adımı bu zalimliğe yem etmeyerek. Nice Ahmet'ler, Ayşe'ler, Mustafa'lar, Zeynep'ler bu uğurda gitti. Kimliğimize, Türklüğümüze, dilimize, dinimize varlığımız kadar yokluğumuz da armağan olsun.
En önemlisi biz artık güvende idik. Biz artık Anavatan topraklarında idik. Biz artık HÜR ve TÜRK'tük. Ve biz artık GÖÇ'tük!”