Tarihteki ilk topyekûn harp olan Birinci Dünya Savaşı öncesinde siyasi açıdan “Uluslaşma”sını, iktisadi açıdan “Sanayi İnkılâbı”nı tamamlamış olan devletler, müstemlekeleri haricinde kalan coğrafyalarda askerî ittifaklar vasıtasıyla kendilerine yeni pazar arayışlarına girişmişlerdir. 19. yüzyıldan itibaren “zamanın ruhuna” ayak uyduramayan Osmanlı İmparatorluğu ise “askerî reformlar” altında ilk olarak Fransız ve İngilizlerin etki alanına girmiştir.
1871 yılında ulus devlet inşa sürecini tamamlamış olan Almanya, “Büyük Oyun”daki İngiliz-Rus rekabetinin yumuşamasını da fırsat bilerek “Drang Nach Osten” mefhumu doğrultusunda Doğu'ya açılım yapmıştır. 1888'de İkinci Wilhelm'in tahta çıkmasıyla birlikte benimsenen “Weltpolitik” ise Almanların, Osmanlı İmparatorluğu'na yönelik bakış açısını temelden değiştirmiştir. Bununla birlikte Almanların “oyuna dahil olması”, aynı dönemde Osmanlı tahtında bulunan II. Abdülhamid'in Düveli Muazzama'ya karşı uyguladığı denge siyasetinde de yeni bir sıklet merkezi yaratmış, Batı'nın gözünde “Eski Devrin Emperyalisti” olan Osmanlı İmparatorluğu'na yönelik İngiliz-Rus baskısı da Almanlar vasıtasıyla bertaraf edilmeye çalışılmıştır.
1882 yılında Albay Otto Kähler'in başkanlığında Osmanlı İmparatorluğu'na gelen ikinci Alman Islah Heyeti'ne 1883 yılında dahil olan Colmar Freiherr von der Goltz, Kähler'in ölümünden sonra 1886 yılında heyetin başına geçmiş, görev süresi 3 kez uzatılarak 1895 yılına kadar Osmanlı İmparatorluğu'nda kalmıştır. Goltz'u diğer Almanlardan ayıran başat özelliği ise Türklere karşı oryantalist yaklaşmamış ve buradaki misyonuna, her ne kadar Alman milli menfaatlerini ön plana koymuş olmasına rağmen, salt materyalist olarak bakmamıştır. Goltz Paşa; Madam Therese von der Goltz'e gönderdiği mektubunda bizi doğrulayacak şu satırları yazmıştır:
“…Şimdi mesleğimin son zamanlarında öz vatanım beni ne yapacağını… Benim için ikinci vatan olan bu yabancı memlekette mademki hiç olmazsa ikinci derecede bir rol tevdi ediliyor, bunu niçin kabul etmeyeyim?..”
Bir asır evvel kaleme alınan Prusyalı bir subayın anıları kanımızca hem Türk hem de Alman tarihçiler ve gençler tarafından dikkatlice okunmalı ve bugünkü konjonktürde her iki taraf açısından unutulmuş olan “Türk-Alman Silah Kardeşliği” tarihteki Goltz Paşa örneğinden tekrar hatırlanmalıdır.
Tarihteki ilk topyekûn harp olan Birinci Dünya Savaşı öncesinde siyasi açıdan “Uluslaşma”sını, iktisadi açıdan “Sanayi İnkılâbı”nı tamamlamış olan devletler, müstemlekeleri haricinde kalan coğrafyalarda askerî ittifaklar vasıtasıyla kendilerine yeni pazar arayışlarına girişmişlerdir. 19. yüzyıldan itibaren “zamanın ruhuna” ayak uyduramayan Osmanlı İmparatorluğu ise “askerî reformlar” altında ilk olarak Fransız ve İngilizlerin etki alanına girmiştir.
1871 yılında ulus devlet inşa sürecini tamamlamış olan Almanya, “Büyük Oyun”daki İngiliz-Rus rekabetinin yumuşamasını da fırsat bilerek “Drang Nach Osten” mefhumu doğrultusunda Doğu'ya açılım yapmıştır. 1888'de İkinci Wilhelm'in tahta çıkmasıyla birlikte benimsenen “Weltpolitik” ise Almanların, Osmanlı İmparatorluğu'na yönelik bakış açısını temelden değiştirmiştir. Bununla birlikte Almanların “oyuna dahil olması”, aynı dönemde Osmanlı tahtında bulunan II. Abdülhamid'in Düveli Muazzama'ya karşı uyguladığı denge siyasetinde de yeni bir sıklet merkezi yaratmış, Batı'nın gözünde “Eski Devrin Emperyalisti” olan Osmanlı İmparatorluğu'na yönelik İngiliz-Rus baskısı da Almanlar vasıtasıyla bertaraf edilmeye çalışılmıştır.
1882 yılında Albay Otto Kähler'in başkanlığında Osmanlı İmparatorluğu'na gelen ikinci Alman Islah Heyeti'ne 1883 yılında dahil olan Colmar Freiherr von der Goltz, Kähler'in ölümünden sonra 1886 yılında heyetin başına geçmiş, görev süresi 3 kez uzatılarak 1895 yılına kadar Osmanlı İmparatorluğu'nda kalmıştır. Goltz'u diğer Almanlardan ayıran başat özelliği ise Türklere karşı oryantalist yaklaşmamış ve buradaki misyonuna, her ne kadar Alman milli menfaatlerini ön plana koymuş olmasına rağmen, salt materyalist olarak bakmamıştır. Goltz Paşa; Madam Therese von der Goltz'e gönderdiği mektubunda bizi doğrulayacak şu satırları yazmıştır:
“…Şimdi mesleğimin son zamanlarında öz vatanım beni ne yapacağını… Benim için ikinci vatan olan bu yabancı memlekette mademki hiç olmazsa ikinci derecede bir rol tevdi ediliyor, bunu niçin kabul etmeyeyim?..”
Bir asır evvel kaleme alınan Prusyalı bir subayın anıları kanımızca hem Türk hem de Alman tarihçiler ve gençler tarafından dikkatlice okunmalı ve bugünkü konjonktürde her iki taraf açısından unutulmuş olan “Türk-Alman Silah Kardeşliği” tarihteki Goltz Paşa örneğinden tekrar hatırlanmalıdır.