Gönüllü Kahvesi'nde buluşur, uzak yakın demeden geliriz biraraya. Bazen hesaba da çekeriz birbirimizi. Nedendir bilinmez; gözyaşı da dökeriz kaçırdığımız fırsatlara. Üzerimize geçmiş günlerin sisi çöker; hava karanr, göz gözü görmez olur. Geç vakitlere, el ayak çekilene kadar buradayızdır. Evli evine, köylü köyüne yollandıktan sonra yine biz kalırız; dostlar, ahbaplar... Öteden benden, dereden tepeden konuşur da konuşuruz... Sonra susanz. Bir zaman sonra gene konuşuruz. Ruhumuza çöreklenen sıkıntılan, sancıları içimizde barındırmaktan, dışa vurmamaktan haz duyar gibi, hep önemsiz şeylerden bahsederiz. Gizler ve gizleniriz... Yanlışlık hep zamandadır: Geç gelmişizdir dünyaya... Her bir zaman dilimi kendi şartlarıyla gelmiştir. Haklıyızdır... Kelimelerimizin uyandırdığı görsellik dünyasının yolculanyızdır hepimiz; gezer, gezdiririz... Susmamız gereken yerlerde konuşmakla gevezeliğimizin sınırlarını, konuşmamız gereken yerlerde susmakla da suskunluğumuzun sınırlarını zorlanz. Sonra gene konuşur, konuşur; susar, düşünürüz. Düşünürüz; aynı muhittenizdir, yaşıtızdır, benzeriz birbirimize... Sezgi müsabakasından kimin galip galip geleceği bilinmez! Güçlü olanlar her daim güler, sevinir! Böyledir işte bizim buralann âdeti... Eler, elenir, güler, seviniriz; yüz yüze, yan yana, omuz omuza... Oturup kalkmalanmız kibarcadır. Benimse, yakam kirli! Kendi söküğümü dikebilirim, kahve siparişi de verebilirim; yine de kısmet falıma baktırmaya falcı çağırırım: Doğruyu söyler; birazı yalan! İşte biz bu kahvede; geceleri geç kalmaktan korkarak elini çabuk tutan kahveciyle, vakit gelmeden ışıklan söndürmeye hazırlanan garsonuyla, diğer tüm eski ve yeni yüzlerle biraz doğru, biraz yalan yüz yüze geliriz... Eskir, eskitiriz; yüzlerimizi, zamanı ve mekânı... Ömrümüzü hep burda harcar ve yine hep burda harcanınz. "Yok mu bunun bir çaresi?" diye, boşuna sızlanırız...
Gönüllü Kahvesi'nde buluşur, uzak yakın demeden geliriz biraraya. Bazen hesaba da çekeriz birbirimizi. Nedendir bilinmez; gözyaşı da dökeriz kaçırdığımız fırsatlara. Üzerimize geçmiş günlerin sisi çöker; hava karanr, göz gözü görmez olur. Geç vakitlere, el ayak çekilene kadar buradayızdır. Evli evine, köylü köyüne yollandıktan sonra yine biz kalırız; dostlar, ahbaplar... Öteden benden, dereden tepeden konuşur da konuşuruz... Sonra susanz. Bir zaman sonra gene konuşuruz. Ruhumuza çöreklenen sıkıntılan, sancıları içimizde barındırmaktan, dışa vurmamaktan haz duyar gibi, hep önemsiz şeylerden bahsederiz. Gizler ve gizleniriz... Yanlışlık hep zamandadır: Geç gelmişizdir dünyaya... Her bir zaman dilimi kendi şartlarıyla gelmiştir. Haklıyızdır... Kelimelerimizin uyandırdığı görsellik dünyasının yolculanyızdır hepimiz; gezer, gezdiririz... Susmamız gereken yerlerde konuşmakla gevezeliğimizin sınırlarını, konuşmamız gereken yerlerde susmakla da suskunluğumuzun sınırlarını zorlanz. Sonra gene konuşur, konuşur; susar, düşünürüz. Düşünürüz; aynı muhittenizdir, yaşıtızdır, benzeriz birbirimize... Sezgi müsabakasından kimin galip galip geleceği bilinmez! Güçlü olanlar her daim güler, sevinir! Böyledir işte bizim buralann âdeti... Eler, elenir, güler, seviniriz; yüz yüze, yan yana, omuz omuza... Oturup kalkmalanmız kibarcadır. Benimse, yakam kirli! Kendi söküğümü dikebilirim, kahve siparişi de verebilirim; yine de kısmet falıma baktırmaya falcı çağırırım: Doğruyu söyler; birazı yalan! İşte biz bu kahvede; geceleri geç kalmaktan korkarak elini çabuk tutan kahveciyle, vakit gelmeden ışıklan söndürmeye hazırlanan garsonuyla, diğer tüm eski ve yeni yüzlerle biraz doğru, biraz yalan yüz yüze geliriz... Eskir, eskitiriz; yüzlerimizi, zamanı ve mekânı... Ömrümüzü hep burda harcar ve yine hep burda harcanınz. "Yok mu bunun bir çaresi?" diye, boşuna sızlanırız...