Biz Hep Sevdik
Hey hayat! Hey sihirli sözcük! Hey sihirli ve gizemli olgu! Hayat aslında bir yoculuktur bilinmeyene. Bize verilen süredir ömür. Buna yaşamak diyorlar. Yaşamak! Hak mı, görev mi? Yoksa öylesine mi verilmiştir ölümlü insana, oyalansın diye? Tüketsin zamanı, tükenerek. Her günü bitirirken, içinde anlamsız bir sevinç ve sızlanmalarla ve yarın özlemleriyle. Yarından bir şeyler ummak mı, biraz da endişeyle?. Her akşam oluşunda “Bu gün de zarardayız kuzum…” diyerek, hayıflanmak mı? Yoksa, boş vermek mi zamanın geçişine? Şairin deyişiyle “Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç “ demek mi ömrüne? Tatminsiz yüreğine söz geçirememek mi? Yoksa tatmin aramak mı, sonlu dünyada? Mevcut olmadığını bile bile mutluluğu aramak mı? Her kapı çalınışında“ İşte, geldi sonunda. Geleceğini biliyordum.” diye umutlanmak mı? Sonundaki hüsranı hesaba katmadan hep ummak mı bir şeyler?
Her başlayan günden mucizeler beklemek neden? Oysa, mucizelerin olmadığını bilmeli değil mi insan? Mucizelerin yalnızca masallarda olduğunu bilmeli değil mi boşuna umutlanan yürekler? Sonunda umutlar, yerini hayal kırıklıklarına bırakarak Kaf Dağı‘nın ardına çekildiğinde, mucize beklediğine öfkelenmek mi? Bize biçilen zamanı dolu dolu yaşamaya karar vermek hovardalık mı? Zamanı hovardaca tüketmek mi aldığımız intikam? Yoksa soğuk bir yemek mi intikam dediğimiz? Ve insan soğuk soğuk tüketirken intikamı, kendini mi tüketmektedir farkında olmaksızın. Ana rahmindeki kısacık yolu tüketip dünyaya gelmekle, bir namazlık saltanatın arasındaki yol bunca kısa mı? Bunca kısa ve anlamsız mı yaşamak?
Biz Hep Sevdik
Hey hayat! Hey sihirli sözcük! Hey sihirli ve gizemli olgu! Hayat aslında bir yoculuktur bilinmeyene. Bize verilen süredir ömür. Buna yaşamak diyorlar. Yaşamak! Hak mı, görev mi? Yoksa öylesine mi verilmiştir ölümlü insana, oyalansın diye? Tüketsin zamanı, tükenerek. Her günü bitirirken, içinde anlamsız bir sevinç ve sızlanmalarla ve yarın özlemleriyle. Yarından bir şeyler ummak mı, biraz da endişeyle?. Her akşam oluşunda “Bu gün de zarardayız kuzum…” diyerek, hayıflanmak mı? Yoksa, boş vermek mi zamanın geçişine? Şairin deyişiyle “Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç “ demek mi ömrüne? Tatminsiz yüreğine söz geçirememek mi? Yoksa tatmin aramak mı, sonlu dünyada? Mevcut olmadığını bile bile mutluluğu aramak mı? Her kapı çalınışında“ İşte, geldi sonunda. Geleceğini biliyordum.” diye umutlanmak mı? Sonundaki hüsranı hesaba katmadan hep ummak mı bir şeyler?
Her başlayan günden mucizeler beklemek neden? Oysa, mucizelerin olmadığını bilmeli değil mi insan? Mucizelerin yalnızca masallarda olduğunu bilmeli değil mi boşuna umutlanan yürekler? Sonunda umutlar, yerini hayal kırıklıklarına bırakarak Kaf Dağı‘nın ardına çekildiğinde, mucize beklediğine öfkelenmek mi? Bize biçilen zamanı dolu dolu yaşamaya karar vermek hovardalık mı? Zamanı hovardaca tüketmek mi aldığımız intikam? Yoksa soğuk bir yemek mi intikam dediğimiz? Ve insan soğuk soğuk tüketirken intikamı, kendini mi tüketmektedir farkında olmaksızın. Ana rahmindeki kısacık yolu tüketip dünyaya gelmekle, bir namazlık saltanatın arasındaki yol bunca kısa mı? Bunca kısa ve anlamsız mı yaşamak?