Büyük tarihçi ve fikir adamı İbn Haldun, insanlar gibi devletlerin de belli hayat safhaları olduğunu; doğan, büyüyen, serpilen, olgunlaşan, ihtiyarlayan siyâsî teşkilâtların, en nihayet son nefeslerini vererek tarihe vedâ edeceklerini söylemişti.
İbn Haldun'un ömrü, Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarına tesadüf ediyordu. Onun cenazesi kaldırılırken, Yıldırım Bayezid'in oğulları arasında kıyasıya bir taht mücâdelesi sürüyor; Amasya, Bursa ve Edirne, Timur'dan tenbihli bir fetreti çekişiyordu.
Ankara Muharebe'sinden sonra yaşadığı sıkıntılara, karşılaştığı seri felaketlere rağmen ayakta kalmayı başaran Osmanlı Türk Devleti, Haçlı Koalisyonu'nu, İstanbul'un fethinden sonra bile hep diri, hep rövanş almak isteyen halet-i ruhiyede, karşısında görüyordu.
Avrupalıların “Muhteşem” sıfatını yakıştırdıkları Kaanuni Sultan Süleyman, adını taşıdığı Hz. Süleyman'dan mülhem bir saltanat sürerek “Demir Kuşaklı Cihân Pehlevânları”nı Arz'ın her yönüne, hem karalarda, hem denizlerde salarak, Dünya'yı Türk'e ram eylemişti.
Osmanlı sularının yükselme sınırı, karada Viyana önlerinde, denizde de Endonezya sahillerinde şahika noktasını göstermiştir. Bu iki menzile ulaşan Türk nefesi, müteakib zamanı akciğer iltihabı ve damar tıkanıklıkları içinde idrâk etmiştir.
Bütün menfî ve aleyhimizdeki şartlara, vaziyetlere rağmen, 1683-1922 arasındaki Osmanlı hikayesinde de, okuyana ve dinleyene sürûr verecek kısımlar az değildir. “Gün Batımı”nda, bu kabîl sevinme vesîleleri de aranıp bulunarak yazıya aktarılmıştır. Fakat, sözü edilen asırlar, hüzün rengi daha baskın bir vakit çizgisindedirler.
Rahmetli Mehmed Akif'in, hikmet içre söylediği:
“Geçmişden adam hisse kaparmış… Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”
Mısraları, “Gün Batımı”nı okuyacakların diline sık sık gelecek ve gayr-ı ihtiyari telaffuz edilecektir.
Büyük tarihçi ve fikir adamı İbn Haldun, insanlar gibi devletlerin de belli hayat safhaları olduğunu; doğan, büyüyen, serpilen, olgunlaşan, ihtiyarlayan siyâsî teşkilâtların, en nihayet son nefeslerini vererek tarihe vedâ edeceklerini söylemişti.
İbn Haldun'un ömrü, Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarına tesadüf ediyordu. Onun cenazesi kaldırılırken, Yıldırım Bayezid'in oğulları arasında kıyasıya bir taht mücâdelesi sürüyor; Amasya, Bursa ve Edirne, Timur'dan tenbihli bir fetreti çekişiyordu.
Ankara Muharebe'sinden sonra yaşadığı sıkıntılara, karşılaştığı seri felaketlere rağmen ayakta kalmayı başaran Osmanlı Türk Devleti, Haçlı Koalisyonu'nu, İstanbul'un fethinden sonra bile hep diri, hep rövanş almak isteyen halet-i ruhiyede, karşısında görüyordu.
Avrupalıların “Muhteşem” sıfatını yakıştırdıkları Kaanuni Sultan Süleyman, adını taşıdığı Hz. Süleyman'dan mülhem bir saltanat sürerek “Demir Kuşaklı Cihân Pehlevânları”nı Arz'ın her yönüne, hem karalarda, hem denizlerde salarak, Dünya'yı Türk'e ram eylemişti.
Osmanlı sularının yükselme sınırı, karada Viyana önlerinde, denizde de Endonezya sahillerinde şahika noktasını göstermiştir. Bu iki menzile ulaşan Türk nefesi, müteakib zamanı akciğer iltihabı ve damar tıkanıklıkları içinde idrâk etmiştir.
Bütün menfî ve aleyhimizdeki şartlara, vaziyetlere rağmen, 1683-1922 arasındaki Osmanlı hikayesinde de, okuyana ve dinleyene sürûr verecek kısımlar az değildir. “Gün Batımı”nda, bu kabîl sevinme vesîleleri de aranıp bulunarak yazıya aktarılmıştır. Fakat, sözü edilen asırlar, hüzün rengi daha baskın bir vakit çizgisindedirler.
Rahmetli Mehmed Akif'in, hikmet içre söylediği:
“Geçmişden adam hisse kaparmış… Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”
Mısraları, “Gün Batımı”nı okuyacakların diline sık sık gelecek ve gayr-ı ihtiyari telaffuz edilecektir.