Küçükken buralarda saklambaç oynanırdı. Aradan çeyrek asır geçti, o çocuklar büyüdü, orta yaşa vardılar hâlâ saklambaç oynuyorlar. Ancak daha çetin şartlarda oynanan bir saklambaç... Kovalayan güneş ve jandarmalar. Kaçırdıkları da yaşama şansları, ekmekleri. Seksek de aynen devam ediyor. Çizgiler olmuş ülke sınırları, üstünden atladıkları ise sinsi mayınlar.
Bin dokuz yüz seksen beş yılıydı. Köyün en zeki öğrencileri olarak beş yıl boyunca köyde görev yapan her öğretmen bunların ısrarla okumalarını öneriyordu. Onların da hepsi birbirinden istekliydi. O zaman çoğunun ayaklarında lastik ayakkabı, ancak yüreklerinde büyük bir mesleğin hayali vardı. Bir sabah büyük bir sevinçle bir kamyonet kasasında şehre gittiler, başlarında muhtar ve velileri. Yatılı okul kapısına vardıklarında askerlerin nöbet tuttuklarını gördüler. Müdüriyete uğramak için içeri girmek istediklerinde ise askerler onları Milli Eğitim Müdürlüğüne yönlendirdiler. Milli Eğitime vardıklarında ise o sene olağanüstü hal nedeniyle yatılı okulun askere tahsis edildiğini, bir süre böyle kalıp ileriki yıllarda tekrar öğrenci alınmaya başlanacağını öğrendiler. Böylece, büyük bir heves içindeki öğrenci ve veliler, sabah sevinçten mendil sallayarak gittikleri yoldan akşam gözyaşı dökerek döndüler. Hevesleri kursaklarından kalmış, umutları kırılmış olarak köye döndüler. O umuttan tek kârları ise aldıkları bir kundura ile birkaç parça elbiseydi. Ve okul çağları geçene kadar şehirde okuyacakları bir yer bulamadılar. Bu çaresizlikle büyüyüp oyunlarını tehlikeli yerlerde oynamak zorunda kaldılar.
Küçükken buralarda saklambaç oynanırdı. Aradan çeyrek asır geçti, o çocuklar büyüdü, orta yaşa vardılar hâlâ saklambaç oynuyorlar. Ancak daha çetin şartlarda oynanan bir saklambaç... Kovalayan güneş ve jandarmalar. Kaçırdıkları da yaşama şansları, ekmekleri. Seksek de aynen devam ediyor. Çizgiler olmuş ülke sınırları, üstünden atladıkları ise sinsi mayınlar.
Bin dokuz yüz seksen beş yılıydı. Köyün en zeki öğrencileri olarak beş yıl boyunca köyde görev yapan her öğretmen bunların ısrarla okumalarını öneriyordu. Onların da hepsi birbirinden istekliydi. O zaman çoğunun ayaklarında lastik ayakkabı, ancak yüreklerinde büyük bir mesleğin hayali vardı. Bir sabah büyük bir sevinçle bir kamyonet kasasında şehre gittiler, başlarında muhtar ve velileri. Yatılı okul kapısına vardıklarında askerlerin nöbet tuttuklarını gördüler. Müdüriyete uğramak için içeri girmek istediklerinde ise askerler onları Milli Eğitim Müdürlüğüne yönlendirdiler. Milli Eğitime vardıklarında ise o sene olağanüstü hal nedeniyle yatılı okulun askere tahsis edildiğini, bir süre böyle kalıp ileriki yıllarda tekrar öğrenci alınmaya başlanacağını öğrendiler. Böylece, büyük bir heves içindeki öğrenci ve veliler, sabah sevinçten mendil sallayarak gittikleri yoldan akşam gözyaşı dökerek döndüler. Hevesleri kursaklarından kalmış, umutları kırılmış olarak köye döndüler. O umuttan tek kârları ise aldıkları bir kundura ile birkaç parça elbiseydi. Ve okul çağları geçene kadar şehirde okuyacakları bir yer bulamadılar. Bu çaresizlikle büyüyüp oyunlarını tehlikeli yerlerde oynamak zorunda kaldılar.