İslâm'ın ikinci kaynağı olan hadis ve sünnetin anlaşılması ve yorumlanması, geçmişte olduğu gibi, günümüzde de ilim çevrelerini meşgul etmeye devam etmektedir. Özellikle modern zamanlarda, yalnızca ülkemizde değil, tüm Müslüman ülkelerde oldukça yoğun bir şekilde yapılan hadis-sünnet tartışmalarının temelinde söz konusu anlama ve yorumlama problemi yatmaktadır. Mısırlı mütefekkir davetçi merhum Muhammed Gazzâlî'nin isabetli bir şekilde tespit ettiği gibi, bu ümmet, hadis ve sünnetin yanlış anlaşılmasından çektiğini, uydurma hadislerden
çekmemiştir.
Bizler gibi anadili Arapça olmayan kesimlerde ise karşımıza bir de çeviri problemi çıkmaktadır. Yetersiz bir dil ile girişilen yöntemsiz bir çeviri, hadislerin anlaşılmasından çok yanlış anlaşılmasına hatta reddedilmesine sebep olabilmektedir. Ehlinin çok iyi bildiği üzere, dinî metinlerin, klasik ilmî metinlerin tercümesi, sadece dil bilmekle gerçekleştirilemez. Bu, aynı zamanda o eserin alanı yanı sıra, diğer İslâmî ilimleri de bilmeyi gerektirir. Keza, tercüme yapan kimsenin her iki dili de çok iyi bilmesi ve edebî bir şekilde kullanabilmesi de gerekmektedir.
İslâm'ın ikinci kaynağı olan hadis ve sünnetin anlaşılması ve yorumlanması, geçmişte olduğu gibi, günümüzde de ilim çevrelerini meşgul etmeye devam etmektedir. Özellikle modern zamanlarda, yalnızca ülkemizde değil, tüm Müslüman ülkelerde oldukça yoğun bir şekilde yapılan hadis-sünnet tartışmalarının temelinde söz konusu anlama ve yorumlama problemi yatmaktadır. Mısırlı mütefekkir davetçi merhum Muhammed Gazzâlî'nin isabetli bir şekilde tespit ettiği gibi, bu ümmet, hadis ve sünnetin yanlış anlaşılmasından çektiğini, uydurma hadislerden
çekmemiştir.
Bizler gibi anadili Arapça olmayan kesimlerde ise karşımıza bir de çeviri problemi çıkmaktadır. Yetersiz bir dil ile girişilen yöntemsiz bir çeviri, hadislerin anlaşılmasından çok yanlış anlaşılmasına hatta reddedilmesine sebep olabilmektedir. Ehlinin çok iyi bildiği üzere, dinî metinlerin, klasik ilmî metinlerin tercümesi, sadece dil bilmekle gerçekleştirilemez. Bu, aynı zamanda o eserin alanı yanı sıra, diğer İslâmî ilimleri de bilmeyi gerektirir. Keza, tercüme yapan kimsenin her iki dili de çok iyi bilmesi ve edebî bir şekilde kullanabilmesi de gerekmektedir.