Sosyal bilimler alanında profesör olarak çalışıp, kendini kısa süre önce emekliye ayıran Mehmet Y Yahyagil'in bir yıl önce yayımlanan ‘Arkadaşlık' başlıklı çalışması onun akademik dışı nitelikteki ilk acemilik denemesi olmuştur. Siyah Beyaz Yayınlarından çıkan elinizdeki bu novella ise mutaassıp bir ailenin yaşamını, büyük çocuğun din ile bilim arasındaki bocalamalarını, Nur Risaleleri ve felsefi akımlara değinerek sürükleyici bir dille anlattığı ikinci denemesidir.
“Ahmet büyük bir umutsuzluğa kapılmıştı, okuduğu Dostoyevski'nin Karamazov Kardeşler'deki ölümsüzlük ve tanrının varlığı tartışmasını ya da Kant'ın “Ölümlü olmak insanı bir tanrı arayışına yöneltir” söylemlerini çok iyi anımsıyordu. Yine de hiçbir düşünür açık seçik hakikatin ne olduğunu hatta ortada bir hakikat olup olmadığını belirtememişlerdi. Varlık ve yokluk ikilemi onu ürpertiyordu. Yoksa Tanrı'yı insanlar mı yaratmıştı? Aklına Üstat hazretlerinin Kastamonu Risalesi geldi, orada Üstat Hazretleri ilimleri iki sınıfa ayırıyor ve dini ilimlere aşırı odaklanma durumunda kimi din adamlarının taassuba kaçtığını; müspet bilimlerdeyse aynı durumun kendisini insanlarda aşırı şüphecilik ve inkâr şeklinde gösterebildiğini ifade ederek, bir çözüm yolu öneriyordu. Bu çözüm yolu insanların fenni bilimlerle, dini bilimleri harmanlayarak almasının onlar için daha hayırlı olduğuydu. Bu bağlamda Aristo ve Sokrat gibi büyük düşünürlere atıfta bulunması da çok ama çok ilginçti.”
Sosyal bilimler alanında profesör olarak çalışıp, kendini kısa süre önce emekliye ayıran Mehmet Y Yahyagil'in bir yıl önce yayımlanan ‘Arkadaşlık' başlıklı çalışması onun akademik dışı nitelikteki ilk acemilik denemesi olmuştur. Siyah Beyaz Yayınlarından çıkan elinizdeki bu novella ise mutaassıp bir ailenin yaşamını, büyük çocuğun din ile bilim arasındaki bocalamalarını, Nur Risaleleri ve felsefi akımlara değinerek sürükleyici bir dille anlattığı ikinci denemesidir.
“Ahmet büyük bir umutsuzluğa kapılmıştı, okuduğu Dostoyevski'nin Karamazov Kardeşler'deki ölümsüzlük ve tanrının varlığı tartışmasını ya da Kant'ın “Ölümlü olmak insanı bir tanrı arayışına yöneltir” söylemlerini çok iyi anımsıyordu. Yine de hiçbir düşünür açık seçik hakikatin ne olduğunu hatta ortada bir hakikat olup olmadığını belirtememişlerdi. Varlık ve yokluk ikilemi onu ürpertiyordu. Yoksa Tanrı'yı insanlar mı yaratmıştı? Aklına Üstat hazretlerinin Kastamonu Risalesi geldi, orada Üstat Hazretleri ilimleri iki sınıfa ayırıyor ve dini ilimlere aşırı odaklanma durumunda kimi din adamlarının taassuba kaçtığını; müspet bilimlerdeyse aynı durumun kendisini insanlarda aşırı şüphecilik ve inkâr şeklinde gösterebildiğini ifade ederek, bir çözüm yolu öneriyordu. Bu çözüm yolu insanların fenni bilimlerle, dini bilimleri harmanlayarak almasının onlar için daha hayırlı olduğuydu. Bu bağlamda Aristo ve Sokrat gibi büyük düşünürlere atıfta bulunması da çok ama çok ilginçti.”