1. Kitap: Örümceğin Ayak İzi (160 Sayfa)
Küçücük bir kuşkuyla başlamıştı her şey; önce benliğini ele geçirdi, sonra da tüm yaşamını.... Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı...
Yüksek tirajlı gazetenin haber sayfasında editördü Fikret; orta yaş sınırında, sıradan yaşamı olan bir adam... Ve bu sıradan yaşam, yine kendi eliyle yazdığı küçük bir haber yüzünden alt üst olmak üzereydi....Yıllardır kayıp çocuklarla ilgili haberleri sayfasına koyup dururdu. Çalıştığı gazeteden ayrıldığı gün, kayıp çocuklar dosyasını araştırmaya karar verdi....Verdiği bu kararın kendisiyle birlikte ailesinin ve dostlarının yaşamını da alt üst edeceğini nereden bilecekti ki?... O kayıp çocukların peşindeydi; ama ölüm de onun peşinde koşmaya başlamıştı... Diğer insanlar gibi dünyayı gördüğü kadarıyla yorumlamıştı; görünmeyen, başka bir karanlık dünyanın, yaşamın tam ortasında yer aldığını bilemezdi ki.. Sadece çaresiz bir çocuğu kurtarmak için düştüğü, "Kayıp çocuklar," bataklığında, şirketine ihanet etmekle suçlanan ölüm makinesiyle kesişen yolları, Anadolu'nun uzak köşesindeki eğitim kampına kadar uzanacaktı.. Kurtardıkları çocukla birlikte peşlerine düşen ölümden kurtulmaları; ayrıntıların içinde saklı olan yazgılarına mı, yoksa yazgılarının içinde gizlenen ayrıntılara mı bağlıydı?.. Bunu zaman gösterecekti.. Çünkü onlar her yerdeydi..
2. Kitap: Reis'in Altı Saati (224 Sayfa)
"Israrla çalan telefon sinirlerini bozmaya başlamıştı Cumhurbaşkanı zorlukla gözlerini açtı ve saatine baktı; on altı otuzu gösteriyordu.
“Buyur enişte, anlat bakalım.”
“Pek iyi haberlerim yok, İstanbul'da garip şeyler oluyor.”
Gülümsemesi yüzünde dondu, kara bir bulut kapladı yüzünü. Yoksa yine bir bomba mı patlamıştı?
“Anlat, dinliyorum”
“İstanbul'da garip askeri hareketlenmeler var.
Beylerbeyi sarayı tarafını askerler trafiğe kapattılar, köprü yönüne de geçiş vermiyorlar.”
Şaşırmıştı, eniştesinin anlattıklarına
bir anlam veremiyordu? Eğer doğru olsaydı,
MİT Müsteşarı Hakan elli kere uyarırdı kendisini.
İçişleri Bakanlığı'nın, Genelkurmay'ın görmediğini eniştesi nasıl görmüştü?
“Belki bir tatbikat vardır veya terörist avında olabilirler.”
“Koskoca kentin içinde tank ve uçaklarla terörist avlamak biraz garip geliyor bana.”
Eniştesi doğru söylüyordu, mantıklı bir açıklama değildi bu. Peki, neden kendisine bilgi verilmemişti?...
3. Kitap: Kod 5 (272 Sayfa)
30 Kasım 2007 Isparta Türbetepe… Saat: 02.05
Düşen Isparta Uçağının İçinde Altı Nükleer Fizikçi de Vardı...
1830 rakımlı Türbetepe'ye düşen Atlasjet üç parçaya ayrılmış, uçağın gövdesi tepenin üzerinde kalırken, kuyruk ve ön kısmı yüz elli metre aşağıya savrulmuştu. Saatler 02.05'i gösterirken bir helikopterin ışığı aydınlattı Türbetepe'yi. Etraftaki kar kalıntılarını savurarak az ilerdeki küçük düzlüğe iniş yapan helikopterden hızla inen dört adam önce gövdenin olduğu bölüme yöneldiler. Kalın kar anorakları giyinmiş, başları kapüşonlu adamlar kuvvetli el lambalarıyla cesetlere bakarak ilerlemeye başladılar. En öndeki birden, durup bağırdı:
“Bu yaşıyor!”
Adam grubun liderine bakıyordu. Yanıt tek kelimeyle geldi:
“Öldür.”…
Türkiye'ydi Hedef:
Mustafa Kemal'in Meksika'da araştırma yapmak için görevlendirdiği Tahsin Bey'in düzenlediği sır dolu defterle başlamıştı her şey. Mesaj 3000 yıl önceden gelmişti: Anadolu topraklarında öyle bir sır yatıyordu ki, açıklandığı gün dünyada tüm dengeler değişecekti… Ve 1936 yılında sessizlik yemini edilerek defterin üçüncü cildi, “Sır taşıyıcılarına,” teslim edildi.” Bir benzeri konulmuştu Türk Dil Kurumu arşivlerine, o da 1970 yılında ortadan yok oldu. Bu defterde yer alan sırlar uğruna görünmeyen kirli bir savaş başlamıştı Türkiye'de, hiç durmadan saldırdılar. 2000'li yılların ortasına doğru açıklanması beklenen bu sırrın açığa çıkamaması için, gerekirse tüm dünyayı yok etmeye de hazırlardı… Kod 5'i hayata geçirmeye karar veren Türkiye Cumhuriyeti'ni durdurmak amacıyla, bilim adamlarını öldürdüler, bombalar patlattılar, terör örgütlerini devreye soktular, darbe yaptırmaya kalktılar ve suikastlar düzenlediler… Bu savaş halen devam ediyor “Büyük sır,” açıklandığı gün dünya, Anadolu topraklarından doğan yeni bir güce tanıklık edecek…
4. Kitap: Seçilmişler (224 Sayfa)
Yıl: 1991
Yer: Cape Canaveral Uzay Üssü Florida- ABD
Her şey 1991 yılında Mars'ta keşfedilen bir kratere Sinop ismi verilmesiyle başlamıştı. Aynı yıl Ağustos ayında ABD'nin Sinop'taki askeri dinleme üssünde çok gizli bir deneme yapıldı; yuvarlak antenlerden çıkan gizemli sinyaller, yüzbinlerce arının ölümüne sebep oldu. Arı ırkı Sinop ve çevresinde yok olmak üzereydi. Oysa bu henüz başlangıçtı; Seçilmiş Çocuklar projesinin ilk adımı atılmış, ABD geleceğin dünyasına hazırlık yapmaya başlamıştı... Ama bilmedikleri bir şey vardı; sadece Amerika değildi geleceğin dünyasına hazırlanan, başka bir güç daha vardı... Ailelerinden koparılan yüksek zekalı çocuklar, yalnız dünya için değil, yakın gelecekte insanoğlunun koloniler oluşturacağı diğer gezegenler için eğitiliyorlardı. Ve kaçırılan küçük kızının peşinden Sinop'a gelen çaresiz bir anne ve gazetecinin işe karışmasıyla Pandora'nın Kutusu açılır; korkunç bir savaş başlamıştır artık...
5. Kitap: Şarkısını Söylüyordu Deniz… (224 Sayfa)
Kirli bir savaşın yüz binlerce kurbanlarından birisiydi Azmide Dabah. Suriye'nin aristokrat sınıfına dâhil olan ailesi, işadamı eşi ve oğluyla yaşadıkları Halep şehrinde çıkan iç savaşla birlikte Suriye gerçekleriyle yüz yüze geldiler. Önce annesini kaybetti, ardından babası ve eşi gözlerinin önünde katledildi. Oğlu elinden alınıp kampa gönderilirken defalarca tecavüze uğradı. Sonra küçük rütbeli bir teröristin kölesi yapıldı. Yine de yaşadı, oğlu için…
Ege Denizi'nde yaşamı son bulan, Bodrum, Yalıkavak'ta oğluyla birlikte can veren on yedi göçmenden birisiydi Azmide Dabah… Geriye yalnızca sarı kaplı ıslak günlüğü kalmıştı.
Okurken, kirli savaşın iğrenç yüzüne, bir annenin günlüğüne yazdıklarıyla tanık olacaksınız.
1. Kitap: Örümceğin Ayak İzi (160 Sayfa)
Küçücük bir kuşkuyla başlamıştı her şey; önce benliğini ele geçirdi, sonra da tüm yaşamını.... Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı...
Yüksek tirajlı gazetenin haber sayfasında editördü Fikret; orta yaş sınırında, sıradan yaşamı olan bir adam... Ve bu sıradan yaşam, yine kendi eliyle yazdığı küçük bir haber yüzünden alt üst olmak üzereydi....Yıllardır kayıp çocuklarla ilgili haberleri sayfasına koyup dururdu. Çalıştığı gazeteden ayrıldığı gün, kayıp çocuklar dosyasını araştırmaya karar verdi....Verdiği bu kararın kendisiyle birlikte ailesinin ve dostlarının yaşamını da alt üst edeceğini nereden bilecekti ki?... O kayıp çocukların peşindeydi; ama ölüm de onun peşinde koşmaya başlamıştı... Diğer insanlar gibi dünyayı gördüğü kadarıyla yorumlamıştı; görünmeyen, başka bir karanlık dünyanın, yaşamın tam ortasında yer aldığını bilemezdi ki.. Sadece çaresiz bir çocuğu kurtarmak için düştüğü, "Kayıp çocuklar," bataklığında, şirketine ihanet etmekle suçlanan ölüm makinesiyle kesişen yolları, Anadolu'nun uzak köşesindeki eğitim kampına kadar uzanacaktı.. Kurtardıkları çocukla birlikte peşlerine düşen ölümden kurtulmaları; ayrıntıların içinde saklı olan yazgılarına mı, yoksa yazgılarının içinde gizlenen ayrıntılara mı bağlıydı?.. Bunu zaman gösterecekti.. Çünkü onlar her yerdeydi..
2. Kitap: Reis'in Altı Saati (224 Sayfa)
"Israrla çalan telefon sinirlerini bozmaya başlamıştı Cumhurbaşkanı zorlukla gözlerini açtı ve saatine baktı; on altı otuzu gösteriyordu.
“Buyur enişte, anlat bakalım.”
“Pek iyi haberlerim yok, İstanbul'da garip şeyler oluyor.”
Gülümsemesi yüzünde dondu, kara bir bulut kapladı yüzünü. Yoksa yine bir bomba mı patlamıştı?
“Anlat, dinliyorum”
“İstanbul'da garip askeri hareketlenmeler var.
Beylerbeyi sarayı tarafını askerler trafiğe kapattılar, köprü yönüne de geçiş vermiyorlar.”
Şaşırmıştı, eniştesinin anlattıklarına
bir anlam veremiyordu? Eğer doğru olsaydı,
MİT Müsteşarı Hakan elli kere uyarırdı kendisini.
İçişleri Bakanlığı'nın, Genelkurmay'ın görmediğini eniştesi nasıl görmüştü?
“Belki bir tatbikat vardır veya terörist avında olabilirler.”
“Koskoca kentin içinde tank ve uçaklarla terörist avlamak biraz garip geliyor bana.”
Eniştesi doğru söylüyordu, mantıklı bir açıklama değildi bu. Peki, neden kendisine bilgi verilmemişti?...
3. Kitap: Kod 5 (272 Sayfa)
30 Kasım 2007 Isparta Türbetepe… Saat: 02.05
Düşen Isparta Uçağının İçinde Altı Nükleer Fizikçi de Vardı...
1830 rakımlı Türbetepe'ye düşen Atlasjet üç parçaya ayrılmış, uçağın gövdesi tepenin üzerinde kalırken, kuyruk ve ön kısmı yüz elli metre aşağıya savrulmuştu. Saatler 02.05'i gösterirken bir helikopterin ışığı aydınlattı Türbetepe'yi. Etraftaki kar kalıntılarını savurarak az ilerdeki küçük düzlüğe iniş yapan helikopterden hızla inen dört adam önce gövdenin olduğu bölüme yöneldiler. Kalın kar anorakları giyinmiş, başları kapüşonlu adamlar kuvvetli el lambalarıyla cesetlere bakarak ilerlemeye başladılar. En öndeki birden, durup bağırdı:
“Bu yaşıyor!”
Adam grubun liderine bakıyordu. Yanıt tek kelimeyle geldi:
“Öldür.”…
Türkiye'ydi Hedef:
Mustafa Kemal'in Meksika'da araştırma yapmak için görevlendirdiği Tahsin Bey'in düzenlediği sır dolu defterle başlamıştı her şey. Mesaj 3000 yıl önceden gelmişti: Anadolu topraklarında öyle bir sır yatıyordu ki, açıklandığı gün dünyada tüm dengeler değişecekti… Ve 1936 yılında sessizlik yemini edilerek defterin üçüncü cildi, “Sır taşıyıcılarına,” teslim edildi.” Bir benzeri konulmuştu Türk Dil Kurumu arşivlerine, o da 1970 yılında ortadan yok oldu. Bu defterde yer alan sırlar uğruna görünmeyen kirli bir savaş başlamıştı Türkiye'de, hiç durmadan saldırdılar. 2000'li yılların ortasına doğru açıklanması beklenen bu sırrın açığa çıkamaması için, gerekirse tüm dünyayı yok etmeye de hazırlardı… Kod 5'i hayata geçirmeye karar veren Türkiye Cumhuriyeti'ni durdurmak amacıyla, bilim adamlarını öldürdüler, bombalar patlattılar, terör örgütlerini devreye soktular, darbe yaptırmaya kalktılar ve suikastlar düzenlediler… Bu savaş halen devam ediyor “Büyük sır,” açıklandığı gün dünya, Anadolu topraklarından doğan yeni bir güce tanıklık edecek…
4. Kitap: Seçilmişler (224 Sayfa)
Yıl: 1991
Yer: Cape Canaveral Uzay Üssü Florida- ABD
Her şey 1991 yılında Mars'ta keşfedilen bir kratere Sinop ismi verilmesiyle başlamıştı. Aynı yıl Ağustos ayında ABD'nin Sinop'taki askeri dinleme üssünde çok gizli bir deneme yapıldı; yuvarlak antenlerden çıkan gizemli sinyaller, yüzbinlerce arının ölümüne sebep oldu. Arı ırkı Sinop ve çevresinde yok olmak üzereydi. Oysa bu henüz başlangıçtı; Seçilmiş Çocuklar projesinin ilk adımı atılmış, ABD geleceğin dünyasına hazırlık yapmaya başlamıştı... Ama bilmedikleri bir şey vardı; sadece Amerika değildi geleceğin dünyasına hazırlanan, başka bir güç daha vardı... Ailelerinden koparılan yüksek zekalı çocuklar, yalnız dünya için değil, yakın gelecekte insanoğlunun koloniler oluşturacağı diğer gezegenler için eğitiliyorlardı. Ve kaçırılan küçük kızının peşinden Sinop'a gelen çaresiz bir anne ve gazetecinin işe karışmasıyla Pandora'nın Kutusu açılır; korkunç bir savaş başlamıştır artık...
5. Kitap: Şarkısını Söylüyordu Deniz… (224 Sayfa)
Kirli bir savaşın yüz binlerce kurbanlarından birisiydi Azmide Dabah. Suriye'nin aristokrat sınıfına dâhil olan ailesi, işadamı eşi ve oğluyla yaşadıkları Halep şehrinde çıkan iç savaşla birlikte Suriye gerçekleriyle yüz yüze geldiler. Önce annesini kaybetti, ardından babası ve eşi gözlerinin önünde katledildi. Oğlu elinden alınıp kampa gönderilirken defalarca tecavüze uğradı. Sonra küçük rütbeli bir teröristin kölesi yapıldı. Yine de yaşadı, oğlu için…
Ege Denizi'nde yaşamı son bulan, Bodrum, Yalıkavak'ta oğluyla birlikte can veren on yedi göçmenden birisiydi Azmide Dabah… Geriye yalnızca sarı kaplı ıslak günlüğü kalmıştı.
Okurken, kirli savaşın iğrenç yüzüne, bir annenin günlüğüne yazdıklarıyla tanık olacaksınız.