Günümüzde kanıta dayalı tıbbın babası olarak kabul edilen Hipokrat, milattan önce 460 yılında bugün Yunanistan'a bağlı olan Kos adasında doğmuştur. Yaşadığı dönem, sanatçı ve entellektüellerin ilk kez gerçeği aradıkları zamanlar olan Yunan döneminin altın çağıdır.
Bu dönemdeki inanışın aksine hastalıkların olağanüstü güçlerden ve tanrıların gazabından kaynaklandığına inanmamış, her hastalığının sebep-sonuç ilişkisi dahilinde bir açıklaması olduğu fikrini benimsemiş ve öğretisinde buna yer vermiştir.Çalışmalarını gözlemler üzerine oturtmuş, tıbbı bilim ve sanat haline getirmek için çaba göstermiştir. Hipokrat, bu kitabında çeşitli nedenlerin çeşitli hastalıkları oluşturduğunu söylemiş ve bugünkü tıbbî yaklaşımın da temel ilkesini ortaya koymuştur.
Hastayı, “bünyesi kendine özgü bir şekilde hastalığa karşı tepkide bulunan kişi” (bugünkü, “tıpta hastalık yoktur, hasta vardır” düsturu gibi) olarak tanımlayan Hipokrat, önceleri kutsal hastalık diye bilinen epilepsinin de diğer hastalıklar gibi doğal bir nedeni olduğunu ve epilepsili hastanın beyninde problem bulunduğunu söylemiştir. Geçmişten günümüze yansımalarını görebilmek adına ve siz okuyucularımızın eleştirel ve daha geniş bir bakış açısıyla bakabilmeleri adına bir örnek vermek gerekirse; Hipokrat, İskit kavmine sahip bazı kişilerde gördüğü esnek eklemleri, göğüs deformiteleri ve ani ölümleri gözlemlemiş ve bu durumu hayretle karşılamıştır.
Bu gözlemin ise 20. Yüzyılın başlarında Danimarkalı Edvard Ehlers ve Fransız Henri-Alexandre Danlos'un kendi adlarını verdikleri Ehlers-Danlos Sendromu ile örtüştüğünü görüyoruz. Tıp camiasındaki her bireyin okumaktan mutluluk duyacağı eser, bizi tıp tarihinde eşsiz bir yolculuğa çıkarmanın yanında modern tıbbın ulaştığı noktayı görebilmek açısından da çok değerli bir yere sahiptir.
Günümüzde kanıta dayalı tıbbın babası olarak kabul edilen Hipokrat, milattan önce 460 yılında bugün Yunanistan'a bağlı olan Kos adasında doğmuştur. Yaşadığı dönem, sanatçı ve entellektüellerin ilk kez gerçeği aradıkları zamanlar olan Yunan döneminin altın çağıdır.
Bu dönemdeki inanışın aksine hastalıkların olağanüstü güçlerden ve tanrıların gazabından kaynaklandığına inanmamış, her hastalığının sebep-sonuç ilişkisi dahilinde bir açıklaması olduğu fikrini benimsemiş ve öğretisinde buna yer vermiştir.Çalışmalarını gözlemler üzerine oturtmuş, tıbbı bilim ve sanat haline getirmek için çaba göstermiştir. Hipokrat, bu kitabında çeşitli nedenlerin çeşitli hastalıkları oluşturduğunu söylemiş ve bugünkü tıbbî yaklaşımın da temel ilkesini ortaya koymuştur.
Hastayı, “bünyesi kendine özgü bir şekilde hastalığa karşı tepkide bulunan kişi” (bugünkü, “tıpta hastalık yoktur, hasta vardır” düsturu gibi) olarak tanımlayan Hipokrat, önceleri kutsal hastalık diye bilinen epilepsinin de diğer hastalıklar gibi doğal bir nedeni olduğunu ve epilepsili hastanın beyninde problem bulunduğunu söylemiştir. Geçmişten günümüze yansımalarını görebilmek adına ve siz okuyucularımızın eleştirel ve daha geniş bir bakış açısıyla bakabilmeleri adına bir örnek vermek gerekirse; Hipokrat, İskit kavmine sahip bazı kişilerde gördüğü esnek eklemleri, göğüs deformiteleri ve ani ölümleri gözlemlemiş ve bu durumu hayretle karşılamıştır.
Bu gözlemin ise 20. Yüzyılın başlarında Danimarkalı Edvard Ehlers ve Fransız Henri-Alexandre Danlos'un kendi adlarını verdikleri Ehlers-Danlos Sendromu ile örtüştüğünü görüyoruz. Tıp camiasındaki her bireyin okumaktan mutluluk duyacağı eser, bizi tıp tarihinde eşsiz bir yolculuğa çıkarmanın yanında modern tıbbın ulaştığı noktayı görebilmek açısından da çok değerli bir yere sahiptir.