“Her şey, 2003 yılının ekim ayında Kazakistan topraklarında Ahıska Türkleri ile ilgili bir belgesel hazırlamak için çekimler yaparken ortaya çıktı. Yaptığım röportajların satır aralarına gizlenen ve bir kar tanesi olarak başlayan sürgün, esaret ve dram öyküleri bir süre sonra zihnimde bir çığ halini aldı. Bir milletin ağıtıyla karşı karşıyaydım aslında. Kameramın kovalamaya çalıştığı görüntülere düşürmek istediğim düşünceler, sonsuz bir acının resmini çıkarıyordu karşıma.
Almanya'ya gittiğimizde hiç, geceden geceye bir şey çorba verirler idi bize. Gece yalnız. Sabah hiçbir şey yok. Orada hep böyle kemiklerimiz sayılırdı. Rahmetlik yeğenim hasta oldu. Domates istedi. Gitti Alaman'a dedim bir tane domates var ise veresin, yeğenim çok hasta... verdi... Verdiği iki dilim ekmekti. İzzet (Derviş Eroğlu'nun babası) ekmeğin üstüne tuz koydu. Ben de bilemedim, yerken de bitti. Şişti eli ayağı. Kaldırdılar gene hastaneye. Sonra öğrendim ki hastaneden de kaçmış gitmiş Polonya'ya, orada da yakalanıp esir kampına konulmuş. Çok hastaydı zaten. Böbreklerinden çok acı çekerdi. Ben de başka bir esir kampındaydım. Sonra bir haber geldi ki orada ölmüş... Polonya'da öldü. Size ömür. Kaldı orda...“
“Her şey, 2003 yılının ekim ayında Kazakistan topraklarında Ahıska Türkleri ile ilgili bir belgesel hazırlamak için çekimler yaparken ortaya çıktı. Yaptığım röportajların satır aralarına gizlenen ve bir kar tanesi olarak başlayan sürgün, esaret ve dram öyküleri bir süre sonra zihnimde bir çığ halini aldı. Bir milletin ağıtıyla karşı karşıyaydım aslında. Kameramın kovalamaya çalıştığı görüntülere düşürmek istediğim düşünceler, sonsuz bir acının resmini çıkarıyordu karşıma.
Almanya'ya gittiğimizde hiç, geceden geceye bir şey çorba verirler idi bize. Gece yalnız. Sabah hiçbir şey yok. Orada hep böyle kemiklerimiz sayılırdı. Rahmetlik yeğenim hasta oldu. Domates istedi. Gitti Alaman'a dedim bir tane domates var ise veresin, yeğenim çok hasta... verdi... Verdiği iki dilim ekmekti. İzzet (Derviş Eroğlu'nun babası) ekmeğin üstüne tuz koydu. Ben de bilemedim, yerken de bitti. Şişti eli ayağı. Kaldırdılar gene hastaneye. Sonra öğrendim ki hastaneden de kaçmış gitmiş Polonya'ya, orada da yakalanıp esir kampına konulmuş. Çok hastaydı zaten. Böbreklerinden çok acı çekerdi. Ben de başka bir esir kampındaydım. Sonra bir haber geldi ki orada ölmüş... Polonya'da öldü. Size ömür. Kaldı orda...“